23 Aralık 2008 Salı

...

ne uzundur unutuş

ah

ne kısadır

sevda

Pablo Neruda

26 Haziran 2008 Perşembe


Yeni bir seylere sahit olduk dun gece...Bir yerde gozleri isil isil, yeniden ayni yerlerden, ayni sokaklardan gecme istegiyle dolu, sehre yeni alismaya calisan genc bir kadin. Daha yeni asik olmus sehirin golgesine, isigina, insanlarina, bucak kucak yemyesil agaclarina, geceleri coken derin sessizlige, kimi zaman artan nesesine ...Ote yanda yorgun gozlerle, asik oldugu ama bir yandan da onu bitkin dusuren bu askla, sehiri arkasina alip gidecek bir adam ...Ici disi bu sehirle dolmus tasmis, sadece renkli kisimlari degil, butun karaltili golgeleri de gorebiliyor gozleri, yine de asik, yine de asik ama icinden kopanlar kopmus artik. Tate'i arkamiza alip Thames'in serinligi yuzume carparken farkettim. Sehirden gitmekte olan bi yolcuyla, sehire yeni gelmis bir yolcu arasinda nasil bir tercih yapar sehir ? Gelenler gidenin yerini doldurabilir mi ki?
Tate'i her gezdigimde, yeni sergileri, sizin kadar olmasa da sevgiyle dolasacagim. Inanilmaz bir birikimle yeni bir sehre giderken, buradan almayip bavulunuzdan eksilttiklerinizle biz sizi burada da yasayacagiz. Tadi cok eskilerden de olsa bilindik ve lezzettli olduguna inandigim yolunuzda, yalniz ve lezzetsiz bu sehri yine de ozleyeceksiniz ama goreceksiniz her sey yolunda gidecek, her seye, herkese, kendini bize asik eden bu yalniz sehre bile ragmen ....Yolunuz acik olsun Mete Bey....Szinle tanismaktan onur duydu bu kucuk hanim...

16 Haziran 2008 Pazartesi

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl

9 Haziran 2008 Pazartesi

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Ataol Behramoğlu

30 Mayıs 2008 Cuma


Yesil zarfinda mavi el yazim cikti sana dogru yola ...Bana da yolculuk gozuktu "Renklerin Ulkesi"ne bakalim neler olacak.

I'll be in Morrocco tomorrow which I really want to see. When I return i hope I had lots of photograps. And probably, I'm gonna share with them with you. See you ...
Bir resmimizi gordum. Dedim ki "Hic kopmayacakmis gibi sarilmisiz birbirimize" ...
"Biz hep oyle sarilirdik ki birbirimize ..." dedi. Cok dogal karsilayarak. Sevgi seneler sonra bile, yemek, icmek kadar dogal anlatilan bir sey olsa gerek. Varliginin onun varligindan ustun olmamasi. Bittikten sonra bile "iliskin", "sevgin" degil; "hayatinda biri var mi ?" sorusuna once "evet" deyip sonra duralayip "yok aslinda" demek. Bir yola cikacakken; son kez sesini duymak istemek.

27 Mayıs 2008 Salı

MY CITIES, MY WOMEN - From Can DUNDAR

MY CITIES, MY WOMEN

DELHI-CALCUTTA - I winded in and out of unknown faraway cities
with a damn anxiety this weekend...
I paced out the streets at jog-trot; I plunged into the hovels in
curiosity; I walked pass the pavements as if to discover something sudden,
something unexpected, but something I always awaited with a shameless,
continuous greed, beyond description...
I asked to find the way, I got lost on the way.
As though getting to know a woman recently, as though caress was
cornered by hours, as though it was not to be another time; I rised up and
perched onto the streets with an excitement bedaubed in haste in a riot of
colours...
Then feeling tired, I stopped.
With my heart, tor a faraway city, that I droppe
Devastated were my cities, destitute and unfortunate, and despirate
of tomorrows.
Yet they were difficuit to recognise with impatient walk abouts, I loved
them still...
A city won't unveil itself at once in any case, will wait to be
discovered, wiil miserly offer abilities, will conceal failure.
Going around a city, thats why won't allow hurries; just like loving a
woman.
Will ask for composed conversations, will ask for receivings the day
together, seeing offs together... Long walks, merry pauses...
Cause, just like a woman's, a city's secret will also be hidden in her
cosies; analysing will ask to spare no pains.

Nevertheless, once you are attached to her fragrance, climate, taste;
she will become the capital of your love...
You get lost in the arms of the night together and vvelcome the
morning together; languid Sundays, strained Mondays...
To see a city by the daybreak, wiil be just like to wake up with a
woman...
Since she will be bare, pure and mere...
And real, if beautiful still...
Falling in love with a city is just like falling in love with a woman; even
if you break up one day, the grief remains enduringiy suspended in your
heart...
You carry along the city that you adore wherever you go; just like you
would bear the women that you love in your heart... Till death...
Getting to know a city can't go into a lifetime sometimes, just like
getting to know a woman... Just like getting to forget...
And the cities you couldn't forget wiil cali you back some day... Just
like women whom you coutdn't cease from...
I kept on loving unknown women with a damn anxiety, my whole
life...
I kept on walking with them as if to discover something sudden,
something unexpected, but something I always awaited with a shameless,
continuous greed, beyond description...
Then I loved one.
And I stayed such.






Turkce Metin -




DELHİ -KALKÜTA- Kahrolası bir telaşla, tanımadığım uzak şehirler gezdim hafta sonunda...

Caddelerini koşar adım arşınladım; merakla daldım izbelerine; ansızın, umulmadık ama hep bekleyegeldiğim bir şey bulacakmışçasına yürüdüm kaldırımlarında, tarifsiz, arsız, mütemadi bir iştahla...

Yolları sordum, yollarda kayboldum.

Bir kadını yeni tanırmış gibi, vuslat saatlere sıkışmış gibi, bir başka sefer olmazmış gibi aceleye bulanmış rengarenk bir coşkuyla yükselip kondum sokaklarına...

Sonra yoruldum ve durdum.

Uzak bir şehre vuruldum.



* * *



Haraptı şehirlerim; yoksul ve mutsuz; yarınından umutsuz.

Tanımak zordu ya acul gezmelerde; ben sevdim onları yine de...

Zaten bir şehir hemen açmaz kendini size; keşfedilmeyi bekler, dirhemle sunar maharetini; kusurunu gizler.

O yüzden aceleye gelmez bir şehri gezmek; bir kadını sevmeye benzer.

Telaşsız sohbetler ister, günü birlikte karşılayıp, birlikte uğurlamalar... Uzun yürüyüşler, keyifli molalar...

Çünkü tıpkı bir kadın gibi, bir şehrin de sırrı, kuytularında gizlidir; çözmek, emek ister.



* * *



Lakin bir kez bağlandınız mı kokusuna, havasına, tadına, o, sevdanızın başkentidir artık...

Gecenin kollarına birlikte dalar, sabahı beraber karşılarsınız; Pazarları mahmur ve gergin Pazartesileri...

Bir kadınla birlikte uyanmaya benzer, bir şehri günün ilk ışığında görmek...

Sade, süssüz, tabiidir...

Ve hakikidir, yine de güzelse...

Bir şehre tutulmak, bir kadına bağlanmak gibidir; bir gün kopsanız da sızısı her daim asılı kalır yüreğinizde...

Nereye gitseniz, bağlandığınız şehri de götürürsünüz yanınızda; tıpkı sevdiğiniz kadını kalbinizde taşıyacağınız gibi... ölene kadar...

Bir kadını olduğu gibi, bir şehri de tanımak bir ömre sığmayabilir bazen... unutmak da...

Ve unutamadığınız şehirler, geri çağırır sizi bir gün... vazgeçemediğiniz kadınlar gibi...



* * *



Kahrolası bir telaşla, tanımadığım kadınlar sevdim ömrüm boyunca...

Ansızın, umulmadık ama hep bekleyegeldiğim bir şey bulacakmışçasına yürüdüm onlarla, tarifsiz, arsız, mütemadi bir iştahla...

Sonra birine bağlandım.

Ve hep öyle kaldım.


**************Alintidir : www.candundar.com.tr

Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir

Can Dündar'dan:

Enstrüman seçmek için bir karar almam gerekiyordu.

Ya keman çalacaktım, ya piyano; ya flüt çalacaktım ya da akordeon... Olmadı, hepsini istedim, hiçbirinden vazgeçemedim.

Yıllar geçtikten sonra her enstrümanı iyi çalabiliyorum; ama hiçbirinde virtüöz değilim!

Bir enstrümanla isim yapamadım. Ne kemanla tanınan bir eserim var, ne de piyanoyla..

Bütün enstrümanları iyi çalıyorum, ama kimse tanımıyor beni.

Başarılı olmak için her şey değil, bir şey lazımmış. Başarı bir verişmiş; bir şeyi alabilmek için birşeyi vermek, diğerlerinden vazgeçmek gerekiyormuş.

Keşke kemani seçseydim ve diğerlerinden vazgeçseydim.

Karıma da hayati zindan ettim, sevgililerime de...

hiçbirinden vazgeçmedim.

Yani... Evlilik sadece birisi için karar almak ya, diğerlerinden vazgeçmek... İste evlenirken ben bunu anlamadan evlenmişim.

Evlendikten sonra başka kadınların da olduğu bir hayati yasamaya devam ettim.

İçlerinden bazılarını daha çok sevdim; ama ne onlardan birinde, ne de karımda karar kılabildim.

Yıllar sonra simdi yapayalnızım. .. Ne karim kaldı, ne de diğerleri...

Keşke birini gerçekten seçebilseymişim, ama, yapamadım.

çok kadın, hiç kadınmış !!!

Tıpkı enstrüman secimi gibi hepsini istedim ve sonuçta elim bos kaldı.

Almak için bırakmak gerekiyormuş. Dolu dolu bos yasamak.

Hayatim boyunca yapacak c ok isim oldu; hepsini yapmayı istedim.

Hangisinde 'en iyi' yim? Simdi bakıyorum, kazananlar, başarılı olanlar hep bir tek şey yapmışlar. En iyi olmak için önce seçmek ve diğerlerini bırakmak gerekiyor. İste de böyle, özel yasamda da...

Bu secimi yapmamız gerekiyor; çünkü mutlaka bazıları daha uygun...

Bir ara ekonomik sıkıntıya düştüm.

Tasarruf gerek.

Başladım her şeyden %10 kesmeye, ne anlamsız bir uğraşmış bu.

%10 daha az peynir yemek, cay içmek.

Bu tasarruf çok acı verdi bana, her an hissettim.

Her şeyden %10 kesmek tabiatıma uygundu tabii.
çok sonradan anladım; sadece taksiyle dolaşmayı bıraksam yetermiş!
Her kalemden %10 değil, etkili kalemi bulmak gerekiyormuş. Yani, orada da secim yapmak gerekiyormuş.
..
'Her secim bir kaybediştir! ...' Her tercih bir vazgeçiştir çünkü...

Sabah ise gitmekle, yatakta nefis bir miskinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz.

Kalkar kalkmaz hayat bin seçeneği dayar burnunuzun ucuna... 'Ne giysem' telaşından, öğle yemeğinde 'Ne alırdınız?' diye başucunuzda biten garsona, 'hangi kanaldaki filmi izlesem' kararsızlığından 'bize oy verin' diye bağırırsan partilere kadar her şey, herkes, her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar.

Yastığınıza teslim olmuşsanız, belki dışarda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz.

Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken, ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muhtemel bir tanışıklığı tepersiniz. Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız İzmir köfteden daha lezzetlidir.

Ya da obur kanaldaki film, o anki ruh halinize daha uygundur.

Ama yasam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez.

Geri donup, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yasama sansınız yoktur.

Bu secim oyununda vazgeçtiğiniz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır.

Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir.

Ve vazgeçtiğiniz şey bazen bir saray, bazen şöhret sahnesinin parıltılı neonları da olsa, çoğu zaman gözünüz hiç arkada kalmaz.

çünkü duvarlarına sevdiğinizin kokusu sinmiş bir ev ya da sevdiğiniz kadınla paylaşamadığınız bir saray sizin borsada kolay feda edilebilir değerlerdendir.

Hayata bir başka gözle bakmayı öğrendiyseniz, bu secimde kazandıklarını sananlara yalnızca acıyarak gülümsersiniz.

Her şeyin sıradanlaştığı bir dünyada bazen kaybetmek en doğru secimdir.

Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Ask nerede baslayip, biter ...
Ve ben nerede baslarim, sen nerede bitersin ...
Yuzumde yalnizca gulusunun yarattigi bir tebessum olsaydi mutlu olabilirdim ancak ...

Muge ALEV

23 Mayıs 2008 Cuma


Sirtima taktigim hic bir hirka isitmayacak beni
Varligin gunes olsa gelse icim cozulmek bilmeyen donmus bir buz kutlesi artik


Muge ALEV

Göksel Baktagir - Hicaz Saz Semaisi (Garip)

Bazı anlar oluyor hayatımda çok mutlu oluyorum... işte bu anların daima sürmesini istiyorum... daima diye birşeyin olmadığını bilsem de'' (LORENZO) - Saturno Contro'dan


seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman...

çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat!

Pablo Neruda

Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi

Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş

Dünle beraber
Gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım

Mevlana Celaleddin RUMİ

Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır ...

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

Her gece yeni bir savaş baslar
acı ses olur, ses deli yağmur

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.

AHMET TELLİ

16 Mayıs 2008 Cuma

Ne desem ne anlatsam bos. Degistiremedigim bir duzen, engel olamadigim ve gidisatina izin vermek zorunda oldugum bir hayat. Burda olmak zorundayim, bununla yasamak zorundayim, onu kirmasam, bunu incitmesem, onun icin simdi bunu yapmaliyim, bunun icin simdi bunu degistirmeliyim ...Farkediyorum da benim hayatim hep baskalari icin yasamakla geciyor. Bir an bile dusunemiyorum benim icin yapmam gerekeni, degistirmem gerekeni.
Sirtima cantami alip, sadece "onunla" gezmek isterdim. O kadar guvendigimle, sirtimi yasladigimda asla elini arkamdan cekmeyecegini bildigimle, dussem beni kaldiracakla, aglasam benimle aglayacakla, gulsem benimle gulecekle...
Simdi kaybettim her seyimi. Basa donemiyorum, geriye saramiyorum, yasanilanlari degistiremiyorum, ne yapacagimi bilemiyorum. Olumsuz hic bir seyi degistiremem "bunlar var onumuzde asmamiz gereken; asamayiz ama, dedigin" ...Haklisin da gitmekte, nerede tikandigini gormek ve yeni hayatlari kendininkine ekledigin icin de . Simdi goremedigin o kadar cok sey var ki benim acimdan. Sen dogudan, ben batidan bakiyormusuz gibi farkli. Zor. Anlatmasi zor, yasamasi zor, degistirmesi imkansiz. Kime kizayim en cok kendime mi aramizdaki ucuncu sahislara mi?.
Ne ben buraya gelmek istedim, ne sen gondermek beni. Butun kavusma noktalarinda hep ayrilik isaretlerini gorduk. Simdi gordugum ruyalar, girdigim sikintilar ne icin. Neyi gormek icin. Burada bu kadar ozgurken, ama yalnizken....

Simdi "o" da yok ustelik ...
Geleceğim bekle dedi
Ben beklemedim o da gelmedi
ölüm gibi birşeydi
Ama kimse ölmedi

Özdemir Asaf

13 Mayıs 2008 Salı

October'07 - Dream in dream without you

Bozcaada'da actim gozlerimi az once... Sabahin ilk gun isiklari iceri suzulmus. Tahta panjurlarindan iceri giren isik suzmeleri, bembeyaz islenmis Amerikan patiskali perdeler, insanin icinde eski zamanlardaymis hissi verse de yuzunun canliligi sana dogru dondugumde dagitiyor o havayi ... Usulca gozlerin aciliyor, nasil sana baktigimi hissettiysen yine...Delice gulumsuyorsun, en cok buna asigim ben iste, uyanir uyanmaz bana gulumseyen gozlerine, bana baktiginda mutlu gordugum gozlerine ...
-Gunaydin; diyorum ...Cilve yapip homurdaniyorsun, belli ki oyun istiyorsun, seninle oynamak istiyorum ama yapamam cok huzunluyum bu sefer ...
-Gitmek istemiyorum, beni birakma diyorum; Anlamiyorsun ne dedigimi, sadece sikica sariliyorsun.
-Birakmam, olene kadar yanindayim; diyorsun.

- Simdi olduk mu peki biz. Neden yanimda degilsin?
-Yanindayim ya ...
-Degilsin ...Biraz sonra uyanacagim ...Uyanmak istemiyorum...Bu odanin icinde seninle olmek istiyorum...

Biraz sonra o buz gibi suyun icindeyiz ...Dalmisim; sana o istedigin tasi cikarmaya calisiyorum...Bir turlu cikaramiyorum yine...
-Hadi cikalim, cok soguk, usuteceksin; diyorsun. Usutecegimden endislenen tek insan, annemden baska...Olsun, diyorum burda kalmak seninle, hic bitmesin bu an...Gri bulutlar, yagmur basliyor, su sicak, sana sarilmisim, kaniyorum bir anda, sariliyorsun bana, bak oluyorum diyorum...
Gidiyorsun...Gitme diyorum, gitme....Bak oluyorum ....Arkani donup gulumsuyorsun sadece ...Bu gozleri seviyorum ben bana mutlulukla bakan ...
Simdi sanirim ikimizde olmus olmaliyiz, diyorum. Cunku yoksun yanimda....

9 Mayıs 2008 Cuma

Ask ustune ....

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.



Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.



Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.



Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...


Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin.....



Nazım HİKMET

8 Mayıs 2008 Perşembe

Trafigin sagdan akmasi ve aliskanliklar

Her gun okula gidiyorum malumunuz. Bir suru de arkadasim var, hem okuldan hem de disarida ...Ben ogrenciyim diyorum; disaridaki insanlara, ne ogreniyorsun diyorlar? Ingilizce... Basliyorlar gulmeye... Alti ay oldu, alti koca ay, ben buraya geleli ...Bugun en sonunda dayanamadim sordum ogretmenime ...Biz ne zaman tamamiyle anlayacagiz bu dili, ya da derdimizi anlatabilecegiz.? O da dedi ki; sen buraya ilk geldiginde ne kadar konusabiliyordun??? Ben de "hic" dedim. Ne kadar anlayabiliyordun? Anlamis gibi gorunsem de cogu zaman yanlis oluyordu anladiklarim; yani bunun da cevabi "hic" ....

Yabanci bir ulkede yasayip, bir yandan o dili ogrenmek, kendi kulturunu, aliskanliklarini birakmak, yenilerine uyum saglamaya calismak ilk bir kac ay bir cok insan icin trajedi haline gelebiliyor. Ben yine cok sansliydim bana buradaki her seyi anlamam ve uyum saglamam icin kendi dilimde konusan ustune ustluk en yakin dostum olan kisi rehberligimi yapiyordu. Bunun icin tesekkurden fazlasi gerek ustelik. Ama cogu insan, kendi kesfetmek zorunda her seyi. Bir bakima zevkli de...Kaybola kaybola, sora sora oranin en memleketlisinden daha bilgili olabilirsiniz :)

Konuyla hem alakali hem alakasiz olarak baska bir konuya deginmek istiyorum. Bugun Ingiltere ile kendi ulkemiz arasinda ne gibi farklar kesfettigimizi sordu ogretmenimiz...

Trafigin sagdan akmasi ve aslinda her seyin "sag" tarafli olmasi, dedik haliyle...

Yollari ve sehri kuran Romalilar her seyin sag taraftan olmasini saglamislar bu ulkede ... Ornegin sifon sag tarafta, soguk su ve sicak su musluklari tamamiyle ters yonde ...Bayanlarin pantalon dugmelerine kadar. Kisacasi uyum saglamasi zor olmakla birlikte traji-komik bir hikayesi de var bu sistemin yerlesmesinin . Soyleymis ki;

Bir zamanlar herkes İngilizler gibi yolun solundan gidiyordu. Bunun için de çok geçerli bir sebep vardı.
Yüzyıllarca önce yolun karşısından gelenin dost mu, yoksa düşman mı olduğunu kestirmek mümkün değildi. İnsanların çoğu sağ ellerini kullandıkları için, yolun solundan, duvar dibinden (yaya veya atla) giderek sol taraflarım emniyete alır, sağ ellerini kılıçlarını hemen çekecek şekilde hazır bekletirlerdi.
Yolun solundan seyahat, ilk defa 1300 yıllarında, papanın Roma'ya gelecek hacıların yolda karmaşaya sebep vermemeleri için, yolun solundan gitmelerini söylemesiyle resmileşti ve yüzyıllar boyu devam etti.
18. yüzyılın sonlarında ABD'de birçok atın çektiği posta arabalarında, sürücü koltuğu yoktu ve sürücü en arkada ve soldaki atın üstünde oturuyordu. Bu da yolun solundan gidildiğinde karşıdan geleni ve yolun kontrolünü zorlaştmyordu.
Çok geçmeden ABD'de trafik sağdan işlemeye başladı. Fransız İhtilali sırasında, ihtilalin liderlerinden Maximilien Ro-bespierre, büyük bir olasılıkla Katolik kiliseye meydan okuyanlara bir jest olsun diye, Parisliler'den yolun sağından gitmelerini istedi.
Bir süre sonra aslında kendisi de bir solak olan Napolyon, or-dulanndaki ikmal arabalannın yollann sağından gitmeleri emrini verdi ve zaptettiği her ülkede de bu uygulamayı hayata geçirdi.
İngiltere hiçbir zaman Napolyon tarafından zapt edilemediğinden İngilizler yolun solundan gitme alışkanlıklanndan vazgeçmediler. Avustralya, Hindistan gibi tüm eski sömürgelerinde de bu usulü devam ettirdiler. Zaten İngilizler'de Amerikalılardan farklı olarak sürücü arabanın üstünde ve sağında oturuyordu.
Modern araba teknolojisinin gelişmesi ile bu gelişimin dünyada öncüsü olan ABD'de sürücü koltuğu ve direksiyon sağdan gidişe uygun olarak sola konuldu ve dünyanın birçok bölgesinde bu şekilde yaygınlaştı.
İngiltere'de ve eski sömürgelerinde, trafik akışını sağ şeride almanın faturası o kadar yüklüdür ki, artık isteseler de kolay kolay bunu yapamazlar.

***** Alintidir.
http://www.prestijforum.com/bunlari-biliyormuydunuzggg-t12283.html?s=f12b31c5c1b2fa38045fcca2144026f5&

Guzel bir bilgi oldu benim icin de ...Paylasmak istedim. Bu arada, burada yasayan milyonlarca insanin tipki benim gibi, arabalari ters yonden bekledigimizden, defalarca kaza atlatma tehlikesi gecirdigimizden de haberdar olmanizi isterim. Yolunuz buralara duser de gelirseniz en dikkat edeceginiz konu bu olmali, zira babam beni cok uyarmisti da ...Anlasilan pek bir kulak arkasi etmisim :)

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Yasamak geliyor icimden.
Seninle yasadiklarimizi tekrar yasamak...
Durmak geliyor icimden kimi zaman,
Kizmadan, yikmadan, kirmadan ...
Kosmadan, nefes nefese kalmak geliyor icimden.
Sana dogru kosup, ters yonde bulmak seni...
Gordugum anda, kaybolmak ....
Susmak geliyor icimden cok seyler konusup,
Susmak...


Siir: Muge ALEV

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Bugun Hidirellez .....:))


Bugun benim icin bir senenin en sevdigimin gunu 05 Mayis/06 Mayis bu iki gunu birbirine baglayan gece... Pendik'te oturdugumuz evde bu guzel gunu bana Sevim Teyze'm ogretmisti. Kucuk kucuk kirmizi kurdelerle bahceye iner agacin altina istedigimiz seylerin resimlerini cizer ya da gazeteden, oradan burdan bir fotografini bulup, kesip agacin altina birakiverirdik. Sabah erkenden de gidip alirdik. Hizir'in bizim gul agacinin altina ugrayacagindan o kadar emindik hep ...Her sey o kadar guzeldi bizim icin o kadar temiz ....Bugun burada da yapacagim bu isi hem Sevim Teyzemi anarak hem de 05 Mayis 2000'de gerceklesmis dilegimi animsayarak ...Herkesin bu guzel Bahar Bayram'i kutlu olsun .....:) Simdi ben ne dileyim ki bu yasta resimden acikca belli oluyor degil mi soze ne gerek var eyyy Hizir A.S duy sesimi :))

Bugun Istanbul'daki herkesin Ahirkapi'daki nefis senliklere katilmasi dilerim :))))
Ayrintili bilgiye bu web sayfasindan ulasabilirsiniz ....


http://www.hidrellez.org/


Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.

Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır.

Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği görülmektedir.

Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu ya da peygamberdir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:

* Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.
* Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
* Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
* Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
* Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
* İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
* Uğur ve kısmet sembolüdür.
* Mucize ve keramet sahibidir.
* Hızır, bu nitelikleriyle mitoloji dünyasının kendilerine üstün yetenekler atfedilen tanrılarını hatırlatmaktadır.

Ülkemizde Hıdrellez Bayramı 6 Mayıs tarihinde kutlanır. Bugün Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler St.Georges Günü olarak kutlamaktadırlar.

Mevsimlik bayramlarımızdan biri olan Hıdrellez, ülkemizde etkin bir biçimde kutlanmaktadır. Büyük şehirlerde daha az olmak üzere, kasaba ve köylerde hıdrellez için önceden hazırlıklar yapılır. Bu hazırlıklar, evin temizliği, üst-baş temizliği, yiyecek-içeceklerle ilgili hazırlıklardır. Hıdrellez gününden önce evler baştan başa temizlenir. Çünkü temiz olmayan evlere Hızır’ın uğramayacağı düşünülür. Hıdrellez günü giyilmek üzere yeni elbiseler, ayakkabılar alınır.

Anadolu’nun bazı yerlerinde Hıdrellez Günü yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için sadaka verme, oruç tutma ve kurban kesme adeti vardır. Kurban ve adaklar “Hızır hakkı” için olmalıdır. Zira tüm bu hazırlıklar Hızır’a rastlamak amacına yöneliktir.

Hıdrellez kutlamaları daima yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın yanında yapılmaktadır. Hıdrellezde baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yeme adeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiği zaman sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır.

Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi herhangi bir yere istediklerinin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanırlar.

Hıdrellezde baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerimizdendir. Bu törene İstanbul ve çevresinde “baht açma”, Denizli ve çevresinde “bahtiyar”, Yörük ve Türkmenlerde “mantıfar”, Balıkesir ve çevresinde “dağara yüzük atma”, Edirne ve çevresinde “niyet çıkarma”, Erzurum’da “mani çekme” adı verilir. Törenler baharda doğanın ve tüm canlıların uyanmasıyla eş anlamlı olarak insanların da talihlerinin açılacağı inancıyla, şanslarını denemek için yapılır. Hıdrellezden bir gece önce bahtını denemek ve kısmetlerinin açılmasını sağlamak isteyen genç kızlar yeşillik bir yerde veya bir su kenarında toplanırlar. İçinde su bulunan bir çömleğe kendilerine ait yüzük, küpe, bilezik gibi şeyler koyarak ağzını tülbentle bağladıktan sonra bir gül ağacının dibine bırakırlar. Sabah erkenden çömleğin yanına giderek sütlü kahve içip ağızlarının tadının bozulmaması için dua ederler. Ardından niyet çömleğinin açılmasına geçilir. Çömlekten içindekiler çıkarılırken bir yandan da maniler söylenir. Buna göre eşyanın sahibi hakkında yorumlar yapılır. Hıdrelleze özgü bu uygulama temelde bu şekilde yapılmakla birlikte, yörelere göre bazı farklılıklar da gösterebilmektedir. Son zamanlarda ise bu tören yalnızca evde kalmış kızların kısmetini açmak amacıyla yapılmaktadır.

Sonuç olarak, Anadolu’da hala görkemli törenlerle kutlanan Hıdrellez Bayramı insanlık tarihinde çok eski zamanlardan beri kutlanmaktadır. Farklı zamanlarda, farklı isimler altında kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkün olmaktadır. Baharın gelişi ve doğanın canlanması insanlar tarafından bayramlarla kutlanması gereken bir durum olarak algılanmıştır. Böylece bir bahar bayramı olan Hıdrellez evrensel bir nitelik kazanmıştır.

Kaynak: http://www.kultur.gov.tr/portal/kultur_tr.asp?belgeno=4530

3 Mayıs 2008 Cumartesi

Sail away with me

Sail away with me honey
I put my heart in your hands
Sail away with me honey now, now, now
Sail away with me
What will be will be
I wanna hold you now

Crazy skies all wild above me now
Winter howling at my face
And everything I held so dear
Disappeared without a trace
Oh all the times Ive tasted love
Never knew quite what I had
Little darling if you hear me now
Never needed you so bad
Spinning round inside my head

Sail away with me honey
I put my heart in your hands
Sail away with me honey now, now, now
Sail away with me
What will be will be
I wanna hold you now

Ive been talking drunken gibberish
Falling in and out of bars
Trying to find some explanation here
For the way some people are
How did it ever come so far

Sail away with me honey
I put my heart in your hands
Sail away with me honey now, now, now
Sail away with me
What will be will be
I wanna hold you now
Sail away with me honey
I put my heart in your hands
Sail away with me honey now, now, now
Sail away with me
What will be will be
I wanna hold you now

2 Mayıs 2008 Cuma

Oylesine yasayip gitti....Demesinler...


Gayet akli basinda gorunuyor,insanlarla konusuyordu: her seyi otekilerinin yaptigi gibi yapiyordu, ama icinde igrenc bir bosluk vardi, artik hic bir kaygi duymuyordu, hic bir arzu: varolusu zorunlu bir yuktu ona --Oylesine yasayip gitti.*



Boylesine hissedebilir bence insan kimi zaman. Ne icin yasadigini gercekten bilmeden, sadece icindeki bosluga kapilip giderek. Handikap gibi aslinda cogu zaman. Icimdeki duygusalliga yenilip hedeflerimden sastigim, aslinda olmasini umup da yapamayinca, basarisizliklarimi yeniden gozden gecirmeden, tekrar basa donup baslamayi deneyip, duzeltmeye calismadan, o bosluklara kac kere girip ciktigimi aslina bakarsak bende pek hatirlamiyorum artik.

Simdi yeni baslagiclar yapmak uzere bu ulkeye geldim. Aslina bakarsak en buyuk bosluklara belki burada girdim. Sadece yeni bir dil ogrenmiyorsunuz bazen gittiginiz yerde, o insanlari da ogreniyorsunuz, bazen kendiniz olmaktan cikip o insanlardan biri gibi olmaya calsiyorsunuz. Mutasyon geciremeyeceginize gore her deneyimiz haliyle basarsiz oluyor. Farkli tonlamalar vardir dilde cumlenin gidisatina gore. Insan hayati icinde boyle oldugunu dusunuyorum. Kimi zaman vurgu yapmak gereken yerleri, durup nefes alman gereken yerleri, noktai, virgulu, unlemi koyman gereken yerleri de mantikli olarak yerine oturtamiyoruz. Yoksa prototip olurduk herhalde zaten.Kaygi duymali oysa insan. Yarin olup gidecekmis gibi bence. Bugun demeli yarin olsem bir sey yapmis olarak olucem. Korkularimizi, mutluluklarimizi, yapilacak islerimizi yarinlara birakmadan, saatler her an yaptiklarimizi bir anda durdurabilir gibi - ki en reel olan sey olum degil mi en az dogum kadar- yasamali. Yoksa, herkes mukemmel, herkes sahane, ne guzel. Ama baskasindan kopyalarak yasama arzusu, onun nefes aldigi gibi almaya, konusmaya calistigi gibi, durdugu gibi durmaya calisma... Her bedenin farkli bir yaradilisi oldugu gibi her ruhun da farkli bir yaradilisi var olmali... Iste butun olmaya calisma, durumlarinda varligin bir yuk gibi gelir omuzlarina, oylesine yasayip gidersin iste. Ama sen sensen, senden ote bir sen varsa icinde, sen birini taklit etmeye calsimiyor, taklit edilmeye calisiliyorsan, tuy kadar hafif olursun, hangi bosluk, handikap cikarsa ciksin karsina, tuy kadar hafif oldugundan, devinimler bile girmeden araya, ucup dusmeden atlativerirsin olasi gereksiz yasam durumlarini. Neden yasadigini bilirsin, neden yasadigini bildirirsin, basini dik gezersin, suruklenmeden, dusmeden. Yoksa oylesine yasayip gidersin iste, sen sen olmadan, baskasinin golgesinde kendi golgeni kaybederek ....



*(Werke und Briefe, Munchner Ausgabe (Herausge. Pornbacher et al., dtv1988, S.158) Alintiya; Oruc Aruoba, Uzak, Metis Yayinlari,Istanbul 1995, s.49; yer vermistir.
Hrant’ın katline göz yuman demokrasi ve emek düşmanı yasakçı
VALİ İSTİFA!
Biz aşağıda imzası olanlar,
1 Mayıs’ı, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bütün İstanbul halkı için işkenceye dönüştüren Vali Muammer Güler’in istifa etmesini talep ediyoruz.

Hrant Dink kardeşimize düzenlenen suikastı önceden bilen İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah hakkında soruşturma açılmasına bile izin vermeyen Vali Güler, “provokasyon olacak” gerekçesiyle Taksim Meydanı’nı emekçilere kapatıyor.

“Kamu düzeni bozulacak” diye İstanbul’da adı koyulmamış sıkıyönetim ilan edip metroyu kapatıyor, vapur seferlerini iptal ediyor, okulları kapatıyor, çocuk-yaşlı, bebek-hamile demeden yüzlerce gaz bombası attırıyor. Taksim’e emekçileri sokmamak için, binlerce polisle Taksim Meydanı’nı ve oraya çıkan bütün yolları silahlı-bombalı-coplu polislerle işgal ettiriyor.

Taksim’de ısrar eden emekçiler, çatışma değil daha çok demokrasi istiyorlar.

Biliyoruz ki 12 Eylül Darbesi’nin yolunu döşeyen Maraş, Çorum, Bahçelievler, Balgat katliamlarının başlangıç noktası olan 1 Mayıs 1977 katliamının arkasındaki derin güçler ile Hrant Dink’in ve son olarak Adapazarı’nda yaşanan türdeki linç girişimlerinin arkasında hep aynı karanlık-derin güçler-çeteler var. Ve bu güçler açığa çıkarılmadan, bunlardan hesap sorulmadan bu ülkede demokrasinin önü açılmayacak, darbe tehditlerinin arkası kesilmeyecektir.

Taksim ısrarı, demokrasi ve temiz toplum ısrarımızın bir ifadesidir.

Kendisi de benzer güçlerin saldırısı altında kapatılma davasına maruz kalan AKP hükümeti ise Vali Güler’in yasakçı zihniyetine destek vererek demokrasiyi değil yasakları, baskıları ve darbecileri güçlendiriyor. Çetelere karşı sonuç alacak mücadele AKP’ye bırakılamayacak kadar önemlidir. Sosyal Güvenlik Yasası’na karşı omuz omuza veren emek güçlerinin Taksim talebi ile devam eden birlikteliği Vali Güler’in istifa etmesi için güçlendirilmelidir.

Demokrasi, temiz toplum, özgürlük, adalet, eşitlik, barış mücadelelerini ancak emek cephesi olarak kazanabiliriz.

http://www.valiistifa.net/index.php

30 Nisan 2008 Çarşamba

SeVGi eMeK iSTeR

Seninim işte alıp götürsene beni...


Selvi boylum, Al Yazmalım
İlyas: elimi uzatsam benimle gelir mi?
Asya: seninim işte alıp götürsene beni...

***Bu da 09 Mayis'a yaklasirken bunlari anlayacak birilerine gitsin bakalim...Anlayamasa da ...:)

29 Nisan 2008 Salı

"Küçük Gün Işığım" isimli filmden ....


Gerçek kaybeden kazanmayan değildir.
Gerçek kaybeden; kaybetmekten o kadar korkar ki kazanmayı denemez bile.
Alan Arkin

If at first you don't succeed .....




- ask for advice
- give up
- have a cup of coffee
- leave it until tomorrow
- pay someone else to do it for you
- try, try again

Which one is going to be your choice ....??

I'd like have a cup of coffee...I'll never able to do it ...

28 Nisan 2008 Pazartesi

é doce morrer no mar

Buyuk bir oyun yasamak dedigin, Beni ya sevmeli ya oldurmeli ....

**Bu yazi ustteki video esliginde dinlenerek yazildi, oyle okunmasi tavsiye olunur :)

Cok seyler gecti hayatimdan, hayatimdan cok seyler gecti. Gozlerimi kapattigimda Aklima 'Saturno Contra'dan sahneler geliyor ...Cok guzel dostlarim var etrafimda..Hep oyle olmasini istedim.... Kendimi Davide gibi hissetmistim o filmde ...Ucurumun kenarina kadar gelen sevdigi icin ama yapamayan ...Sonra en son sahnedeki tenis oynama sahnesinde hepsinin birlikte ne kadar guzel bir dostlugun icinde olduklarini aslinda ....Ve ardindan gelen konusma ....Etrafimda hep bu dostlarimin olmasini istedim ....Benim icin o kadar onemliler ki hepsi ... Geldigimden beri hic beni aramaktan sormaktan cekinmeyen, hep arkamda ellerini hissettigim dostlarim. Insan evinden kilometrelerce uzakta nedense en yakininda baska bir el olsa bile evinden, topragindan bir ses, bir el ariyor, beni hala seven birileri var, demek istiyor... Burda butun arkadaslarimin, dostlarimin mevsimlerini kacirirken baskalarini da ekledim hayatima ...Yeni dostlari, yeni elleri, yeni birilerinin mevsimlerini...Bu defaki sanki hep bildigim biriydi sadece cok uzaklardaydi...En basindan beri hayatima bir isik gibi girdi...Onu ilk gordugum an, sonrasinda yasananlar...Londra'nin tum havasi onunla cekilirdi. Bunlar sizin biraz olsun ayakta kalmanizi saglayan seyler oluyor. O kadar duygusalim ki bazen ...Ne kadar tutkuluyum, aska tutkuluyum, muzige tutkuluyum, hayatimdan cikardiklarima cikaramadiklarima tutkuluyum... Kendim icin yeni bir seyler yapmaya, kendimi mutlu etmeye karar verdim. Hayatima bana benim kadar yakin olan birini aldim...Farkli bir sehirden, farkli bir irktan, ayni muzigi dinledigim, ayni damak tadina sahip oldugum, karsimda aglamaktan dahi cekinmeyen kucuk bir cocuk...Simdi onu yalniz birakiyorum, biliyorum ki yalniz kalmasi gerek guclenmesi icin, birakirken icimde olen ciceklerin farkina varmadi. O bana aglayarak arkamdan el sallerken, heyyy dedim kendime sen bu kadar guclu musun gercekten ya ...Bu cocugu boyle aglayarak birakabiliyorsun...Yapmak zorunda olmak ...........Oyle guclu durdum ki bu sefer ben bile sasirdim.

Bir kus gordum yalnizca onunla o her zaman yurudugumuz yolda yururken..Sanirim cok hastaydi ruzgardan ve soguktan siginmisti kucucuk bir yere...Icim acidi ...
-Cok hasta sanirim; dedi yanimdaki kucuk cocuk bana...
-Belki dedim, o da bir yerden gocmustur ...Bu havalar iyi gelmemistir ona ...;
-Belki; dedi ...

Aslinda burada ilkbaharda bitti, yaz geldi sayilir her ne kadar soguk olsa da ...Bugun benim icimde ise gunese kanip acan sonra bir yagmurla yere dokulen ilkbahar cicekleri gibi bir kiriklik var. Hep birilerine hoscakal demek zorunda kaldim ben ....Oysa sadece merhaba demek istemistim ....


Deli Kızın Türküsü
Gülten Akın
Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü
Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli
Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan Gitti giden


Bu sirri hayatima katan canim dostum Aytul'e kucak dolusu sevgiler ....

7 Mart 2008 Cuma

Londra Yuruyusleri


Dun hayatim boyunca unutamayacagim bir gundu benim icin. Turk Restaurantina gittik. Cok guzel bir yemek ardindan bir Turk kahvesi. Yan masamizda cok tatli bir cift vardi. Bir on sene sonra oyle olmak istedigimi farkettim. O kadar sicak ve sevgi dolu bakmak birinin gozlerinin icine ...Londra'daki cogu yasli insanin bana yasama sevinci verdigini soyleyebilirim nedeni ise sanirim ekseriyetle kendi islerini kendilerinin yapmalari konusundaki israrlari,buna bagli olarak hayata sarilmalari dort elle, buradaki insanlar yaslilara inanilmaz saygili benim gozlemledigim kadariyla su dort aydir....Covent Garden'dan Waterloo Koprusu'nu gecerek epey bir yuruduk. Adim basi sokakta muzik yapan insanlar, mutlu olmamak icin gercekten ciddi bir sorununuz olmasi gerekir bu sehirde ve evde kalmiyor olmaniz surekli... Manzara inanilmazdi. Icim kipir kipirdi. Sonra bir yerde oturup bir seyler ictik. Ben yeni hastaliktan kalkmanin ve hala antibiyotik kullanmanin etkisi ile sadece su icebildim. Hayir zaten boyle zamanlarda icindeki enerjiye bir suyla sakinlestirmek zor oluyor sadece. Disarida saksafon calan adami oylece dinlerken ve sesini duymadan sadece calis tarzina bakarak ne kadar icten oldugunu dusundum ve benim de ayni o adam gibi, o adamin saksafonu calisi gibi hayata karsi ne kadar tutkulu ve samimi oldugumu dusundum. Butun hayatim gozlerimin onunden gecti. Hani insan bazen zamani durdurabilmek ister ya. Cok sansli oldugumu dusundum, cok guzel bir hayat yasadigimi. Gozlerim doldu yine...Film festivali baslamis, elimde katalog film secerken bu filmleri bu sene Londra'da seyredecegim dusuncesi, biraz sonra insanlarin gitmek ve gormek icin can attigi Tate Gallery'nin onunden gecmek ve crack hakkinda olasi bir sohbete maruz kalmak, kendimizce yorumlamak, bir resmin onunde yarim saat durup nereydeyse aglamak uzere oldugumu anlatirken - Kimin resmiydi?- sorusuna ancak sessiz kalmak ve ardindan kahkahalarla gulmek. O resim ki sadece bordo bir zemin uzerine bana gore bir pencere golgesi verilmis. Bir odanin icinde yaklasik on tane, uc asagi bes yukari ayni resim var. Bana hayata acilmis pencereleri animsattilar ve cidden cok begendim ve hala hatirlamiyorum kime ait oldugunu, isin ironisi, bakip bakmadigimi hali hazirda hatirlamiyor olmam.
Thames Nehri'nin kenarindan yuruyup London Bridge'e dogru Waterloo taraflarinda butun agaclari mavi kucuk isiklarla aydinlatmislar. Bir filmin icinde yuruyor gibi oluyorsunuz. Dun cok guzel bir gundu, benim hayatima ait bir filmin en iyi 'goruntu' odulunu alacak kadar guzel ve ictendi. Sansli hissettim her seye bu kadar yakin ve uzak olma konusunda kendimi.

07/03/2008

4 Mart 2008 Salı

Aglayan Agac


Aglayan agaclara da,
Rast geldiniz mi cocuklar?
Hani etrafinda buyudunuz, cocuktunuz, asiktiniz, evli ve bir cocuk annesiydiniz
Yasliydiniz ve altinda dinlendiniz hani...
Hani onun golgesinde ebediyetinize kavustunuz...
Aglayan agaclara da
Rast geldiniz mi?
Hani bir vardiniz bir yoktunuz.
Hani rast geldiniz ve gormezlikten geldiniz ...
Her sey gibi bunu da unutup gittiniz ...

Muge ALEV

Photo: Muge ALEV

25 Şubat 2008 Pazartesi

"Ne istiyorum ki?..."

Kişinin yaşamının anlamı, kırılgandır.

Kişinin yaşamının anlamı, zayıftır, kırılgandır, dökülüp gitmeye hazırdır : kişi onu, sürekli beslemezse, korumazsa, bütünlüklü tutmazsa, kayıp gidiverir parmaklarının arasından.
Sürekli —hep yeniden, en baştan başlayarak— kurulması gereken birşeydir kişinin yaşamının anlamı. Önceki kurulmuş biçimlerinin kişiye şimdi sağlayabileceği de, sağlam ve direngen yapılar değil; önceki kuruluşlarının, işte, nasıl zayıf, kırılgan olduklarının, nasıl dökülüp gittiklerinin, bilgisidir — 'yaşam deneyimi' denilen şey de bundan başka birşey değildir...
Kişinin yaşamının anlamı, dökülür gider; ona, yalnızca, nasıl dökülüp gittiğinin bilgisini bırakarak —
Kişinin yaşamının anlamı, kişiyi bırakarak, dökülüp gider — ona bilgisini bırakarak, dökülür, gider, anlamı, yaşamının, kişinin.

Yaşamının anlamı, ancak, kişi, bir an durup, "Ne istiyorum ki?..." diye sorabildiğinde, biçimlenmeğe başlar. Yani, ancak eksikliği çekiliyorsa, yokluğu duyulabilmişse, varedilebilir — kurulabilir; yoksa, yoktur.
Bu bakımdan, insanların büyük çoğunluğu anlamsız —anlam yoksunu— yaşamlar yaşarlar, çünkü yaşamlarındaki anlam eksikliğini hiç duymamışlardır.
Ancak bazı insanlar duyar bu eksikliği : onlar için yaşamlarının tek bir bütünlüklü anlamının olmaması, çekilemezdir — bu yüzden, kurmağa, yaratmağa, varetmeğe girişirler böyle bir anlamı.
Bunu da bazen —bazıları— başarabilir; ama herhalde, başaramayanlar da çoktur.
Başaramayacakları —ya da, artık başaramayacakları— açıklık kazananlar için de, son bir —yoğun— anlam yaratma yolu kalır...
Yokluğu da içerilir, anlamında, yaşamının, kişinin.


Yazar: Oruc Aruoba - Olmayali,2003

23 Şubat 2008 Cumartesi

My best friend, my everything was stolen by ... robber

Dun gece evime hirsiz girdi sevgili okuyucularim. Londra'da bu da mi basima gelecekti. Geldi iste ...Hayat...Insanin basina neler gelmiyor ki ... Ve Ali ( bilgisayarim) calindi. Cana gelecek mala gelsin misali gulumsuyorum, ama isin gercegi icim kan agliyor. Cektigim butun fotograflar, Istanbul'la ilgili tum evraklarim , aslinda bir nevi evim yanimda gibiydi. Kaplumbagalar sirtlarinda evlerini tasirlar ya ben de aynen oyle Ali'yi tasiyordum yanimda ...Evet onun adi vardi, konusuyordum, sarilarak uyudugumu, optugumu biliyorum. Bir manyaklik sezebilirsiniz bu durumdan ama ben yengec burcuyum. Her seyime derin bir tutkuyla bagliyim. Misal bir bluz aldim eve geldim sokuk oldugunu farkettim, asla degistiremem. Onu gordum ve aldim, benim oldu, baglandim, degistirmek. Kesinlikle imkansiz. Gel gor ki benim guzelim Powerbook G4 modelli, yandan carkli Ali'mi almis adamin teki. Yerine yenisini aliriz diyor bizimkiler yeter ki sen uzulme ...Imkansiz gitti giden, gelmez yerine bir daha ... Tek istegim bundan sonraki sahibi bari benim kdar iyi baksa... Ve alan adam da umarim sattigi zaman, aldigi paranin tek kurusunun bile hayirini goremez umarim ve ben su anda nasil uzuluyorsam, bin beter olsun. Tutar da benim beddularim ...:)) Suraya yazdiklarima bakin ... Lakin uzerine bir bardak soguk icip ev arkadasimin masaustu bilgisayrindan baglandik yine hayata bugun. Ve yasiyorum, saglikliyim, giden gitsin bakalim...

Isin komik tarafi dun kursta active ve passive cumleler kurup bir soygun hakkinda yazi yazmamizi istemisti hocamiz, ben de disari cikmadan hirsizlik uzerine, bir suru cumle kurmaya calismistim. The bank was robbered by robber ... Tesadufler kimi zaman tatli olmayabiliyor :))))

22 Şubat 2008 Cuma

Libertango from

Dansa aşık insanlara aşığım ... .Seyredemedim bu filmi, bir yerde rastlayıp da izleyemedim...Ama eminim muhteşemdir ....Beni bu müzikle gömsünler, ölürken bile içimdeki tutkuyu sonuna kadar hissedebileyim ....

Cesaria Evora - Mar de Canal

Bu şarkının üzerine söyleyecek bir sözüm yok aslında ... This song makes me happy

Aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla" sahneye gösterişli ayakkabılar yerine çıplak ayakla çıkan Cesaria Evora



Hani bazı şarkılar alıp götürür ya ... Kendinizi yeniden doğmuş gibi hissetmenizi sağlar... Aslında bir sürü şarkı eklemek istiyorum buraya, dinlediklerimden, benim seçimlerinden, hepsini ardı ardına sıralayıp nasıl yorumlar getirebilirim, bunu bilmiyorum yalnızca. Bir de sanırım yanlış zamanda doğmuşum ben .... Neler neler dinliyor kulağımda, bir bu seslerden vazgeçemiyor ....

Cesaria Evora, (d.27 Ağustos 1941-Cape Verde) Grammy ödüllü folk şarkıcısı.
Atlas Okyanusunda, Kuzey Batı Afrika açıklarındaki bir adalar ülkesi olan Cape Verde'de doğdu. Doğduğu yer Afrika'da sömürgeleri bulunan Portekiz'in yüzyıllarca üs olarak kullandığı bir yerdi. Cesaria Evora, parlak sesi ve fiziksel çekiciliği hemen dikkat çekti, ancak bir genç kızken başladığı şarkıcılık yaşantısında umduklarını bulamadı. Barlarda şarkı söyleyerek annesine ve iki kızına baktı.
Onu dinlemek için Sao Vicente adasına gelen Fransız menajer Jose da Silva, birlikte çalışmayı önerdiğinde Evora 47 yaşındaydı. Evora "Hiç değilse Paris'i görürüm" diyerek öneriyi kabul etti. Kendi deyimiyle "aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla" sahneye gösterişli ayakkabılar yerine çıplak ayakla çıkmayı tercih eden Cesaria Evora’nın ilk albümü Ö1988’de yayımlandı. 1991 ve 1992’de yeni albümleri çıktığında artık 50’li yaşlarda ve hayatında ilk kez ünlüydü. Şarkılarını Portekizce ile Afrika dillerinin bir karması olan Creole dilinde söylemesine rağmen, sesinin sıcaklığı ile dünyanın her köşesinde geniş bir hayran kitlesi budu.
Sonraki yıllarda Dünya’yı dolaşıp aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerde yüzlerce konser veren Evora, pek çok ödül aldı. 2003 yılında Güncel Dünya Müziği kategorisinde “Aşkın Sesi (Voz d'amor)” adlı albümüyle aldığı Grammy ödülü bunlardan biridir. Çıplak ayaklı diva olarak anılan sanatçı için bu ödüllerin belki en anlamlısı ülkesi tarafından verilen “Kültür Elçisi” unvanıdır. Sanatçı, hayat verdiği hüzünlü şarkılarla (morna) tanınıyor. Şarkıları, Portekiz Fado'larından Küba ve Afrika müziklerine uzanan geniş bir yelpazeyi yansıtıyor.

Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Cesaria_Evora

La vie en rose - Louis Armstrong



I love this man, i love this song .....

21 Şubat 2008 Perşembe

The Bucket List



Londra'da yeni vizyona giren bu film afişiyle gözümü okşamakla kalmadı. Jack Nicholson-Morgan Freeman ... Muhteşem performans ...

We can do this...
we should do this ...

Yanımda 20 sene görmek istediğim adam bu ikisinden biri olmalı ...Keşke demekle yetinebiliyorum sadece ....

19 Şubat 2008 Salı

Uyandığım bütün sabahlar ...

Bir güneş ışığıyla uyanırsın sabahları, yerlere kadardır evinin camları, deniz kenarındadır, mutluluğa uyanır yüreğin, bedenin, nefesin ... Bir müzik vardır kulağında biraz buruk, biraz naif, biraz tutkulu, ateş gibi, biraz latin .... Dans eder beyninde tüm sevinçlerin, üzüntülerin, aşkların, tutkuların ...
Beyaz ve yeşil tüm hayallerim. Baktığım her yerde sen varsın bembeyaz, giydiğim elbise bembeyaz, düşüncelerim bembeyaz, gerçeğinden ayrıdır denizlerin mavileri, kumsalların altın sarılığı ...Sen de ... Gerçeğinden ayrısındır...
Sana göre biraz fazla yumuşak başlı duruyorum, biraz sessiz kalıyorum, oysa bilmez misin, okyanuslardır önceleri sessiz durup ardından içinde gürültülü fırtınaları kopartan...
Uyandığım bütün sabahlar beyaz ve yeşil. Sen bembeyazsın, ben bembeyaz ...

18 Şubat 2008 Pazartesi

'Aysel Git (-me) Başımdan' ...gitme demiştim oysa ki :(


Demiş ki : Aslında tek başıma çok kalabalığım.
Umarım tek başına çıktığınız o soğuk yolculukta yine de böyle hissedersiniz sevgili Aysel Gürel...!

Kurstan çıkıp evime gelirken mp3'den kulağıma doğru gelen sesler şöyledi... 'sen sandığım şey belki benim yüreğimdin' ne güzel sözler dedim kendi kendime, ne güzel sözler, ne yürekle yazılmış olmalı kimbilir... Ben biraz fazla duygusalım bilmem tekrar tekrar söylemeye gerek var mı ? İnternetten yine haberleri okumaya başladım, hoş seferinde bir ağlayasım geliyor ama bu kez cidden belki buraya yazacak kadar kötü hissettim. Aysel Gürel veda etmiş bizlere ... Bu kadar sıkı sıkıya yaşama bağlı, bu kadar sevgi, bilgi dolu, kocaman bir yürek kuş olup uçmuş ...Yine de gülümsemiştir diye düşünüyorum, giderken bile eminim gülümsemiştir ...Bloğuma eklediğim, aslında tabi ki de onun için olmayan ama şimdi bağdaştırıp 'oysa Aysel git-me başımdan ' demiştim diye içimden geçirdiğim bir burukluk var içimde ...

Beyoğlu'nda meşhur eski pastanelerden birinde oturup öylesine bir limonta içerken rastlamıştım kendisine...İstanbul'un kıyısından kösesinden geçemeyecek, orada oturma, yaşama, nefes alma hakkına bile sahip olduğunu düşünmediğim - biraz sert olacak, olsun da - zati muhteremin teki Aysel Hanım'a öyle bir davranmıştı ki, tabi o da geri kalır mı verdiği karşılıkla bu zati muhteremi 'yerin dibine sokmak' deyimi ile alaşağı etmişti. Helal olsun demiştim, helal olsun ....

Birer birer gidiyor muhteşem sonbaharın yaprakları, önce Erdal İnönü, şimdi Aysel Gürel ... Belki ismini bile bilmediğiz daha kaç çınar ağacı ....Üzgünüm çok ... Böyle bir zekayı yitirmekten dolayı ...

* Bir röportajından ....

- Elbiselerle denize girmedim dediniz, aileniz daha mı moderndi?

Modern demeyelim ama daha akıllıydılar. Çünkü denize, eğer balık adam gibi teçhizatın yoksa, üstünde fazla bir şeyle girilmez. Dünyanın birçok yerinde insanlar suya çıplak giriyor. Biz sudan geliyoruz. Ana rahminin içindeki amnion sıvısında yüzerek hayata başlıyoruz. Karaya çıkınca tekrar örtünmenin alemi ne!



**** Aşağıdaki linklerden gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=aysel+gurel&kw=&a=&all=&v=&p=1

http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber_detay.asp?PID=318&haberID=429343

http://www.birzamanlar.net/roportaj/ayselgurel.html

15 Şubat 2008 Cuma

Yaşadıklarınsın ...




yasadiklarin, yitmeyecekler - yasayacaklar.
birseyleri yasamissan, gercekten yasamissan,
onlari yitiremezsin artik-istesen bile istemesen bile, yasar artik onlar..
yasadiklarinsin...
yasamin, butun yasadiklarini yitirip, yeniden kazanmanin sureci olacak - hep yeniden yitirip, hep yeniden kazanmanin sureci....

Oruç ARUOBA -

Yaşadıklarınsın.


Photos:Müge Alev

Mimlendik mimleneli :)


Ben dostlarımı ne kalbimle, ne de aklımla severim... Olur ya.. Kalp Durur... Akıl unutur... Ben dostlarımı ruhumla severim.. O, ne durur... Ne unutur.. ( Mevlana )

Olur ya bir gün 'mim'lerler seni diye öğüt vermeyince büyüklerimiz, böyle kalakalıyorsun. Ne yapılır, başa gelen işe... İşte artık ne içinden gelirse .. 'mim' aslında mimlenmekten( sobelenmekten) ya da ( işaretlenmekten) öte ..Elif-lam-mim'i de getirebilir akla ...Kur'an'ın ilk heceleri ... Onun ötesinde bana göre ingilizcedeki karşılığı 'notice' dır ki bu çok çok hoşlandığım bir kelime ...

Bu gidişle ben yine kendimi bloğumla eşdeğer bir kısır döngünün içinde bulacağım. Mimlendik, sevgili Mete tarafından (http://www.ingilteredefteri.blogspot.com/), eğer bu meşale ise ben de mimliyorum, Bilge ile 'yi (http://www.bilgeile.blogspot.com/)

yoksa siz bizim mimlemek isteyip de mimleyemediklerimizden misiniz ? demekten alıkoyamıyorum kendimi, mimlediğim bir Safranbolu fotoğrafı ile de son veriyorum bu mimlenme yazısına :))

Sevgiyle ...

Photo: Müge ALEV

14 Şubat 2008 Perşembe

Her Şey Sende Gizli



Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

CAN YÜCEL


Hiç mi hiç haz etmiyorum böyle günlerden, ama bugün Londra sokaklarda ellerinde buket buket çiçeklerle yürüyen insanları gördükten sonra küçük bir kutlama mesajı koymak istedim benden, bence, belki bencilce :))

11 Şubat 2008 Pazartesi

10 Şubat 2008 Pazar

Would you like black and white or colorful London ???
















Photos: Müge ALEV

* Ben fotoğrafları bilmem neden çeviremedim, (üşendim de artık uğraşmaya ) yine de koymak istedim, isteyen boynu bükük baksın, isteyen çevirsin...Sanat için değer :))

Bu arada 'muhteşem hissetme sendromu' ile ilgili yazımda bana inanmadıysanız havanın güzelliği ile beni destekleyecek fotoğrafları, benim sayfamdan linkine ulaşabileceğiniz ' ingiltere defteri' bloğu sahibi arkadaşımız koymuş. Kıskandım fotoğrafları çok :))) Görmeniz lazım...




9 Şubat 2008 Cumartesi

Muhteşem hissetme sendromu ...




Hani hiç bir sebep yokken içiniz kıpır kıpır olur mu ?? Saçma sapan gülümseyebilir misiniz evin içinde terliklerinizi sürüye sürüye. Camdan dışarı bakıp, derin br nefes alıp kuştan, böcekten, çiçekten mutlu olduğunuz olur mu ?? Ben biliyorum gelecek cevapları ...Aşktandır aşktan diyeceksiniz .... Hiç değil ...sevgili okuyucular.. Bu yazarın gayet aklı başında, aşık değil ( olsa güzel olurdu ama :) ) , ama içim içime sığmıyor. Üstelik hala gribim, geçmiş değil, hala dışarı çıkabilmiş değilim, kendime çok sinirliyim neden hasta olduğum konusunda ama, bu tabi kızınca kaybolan bir şey değil, bir inatçı ki bir de ...Geçmedi, geçmemeye kararlı...ama ben ne yapıyorum...Zehir etmiyorum kendime bu durumu ....

Londra'da hava son 2 gündür muhteşem ...Bugün Waterloo'da, Tower Bridge-London Bridge arasında, Liverpool'da, belki Hyde Park'ta, belki Nothing Hill'de muhteşem yürüyüşler yapılabilirsiniz. Her yeri park olan bu şehrin aşıklarla dolu olduğunu unutmayalım, adımbaşı öpüşen bir çift, insan gıptayla bakıyor. Ben mutlu oluyorum onları görmekten, evde olmaktan da şikayetçi değilim, Louis Armstrong dinliyorum, balkonumun kapısı açık, zaman zaman bize yüzünü göstermekten kaçınan zarif güneş ışığını büyük bir misafiperverlikle içeri davet ediyorum hayır yatıya kalsın istiyorum ama ne mümkün tabi ... Netice itibariyle bugün Londra'da yapılacak çok şey var ... Marketlerden, tube'den uzak durup nehir kıyısı taraflarına koşar hızla gitmek...tahminimce bugün deli gibi kalabalıktır, malum burdaki insanoğlu biliyor güneşin kıymetini...Ben de kendimce eşlik ediyorum açık balkon kapımdan onlara Louis Armstrong dinleterek ...hoş benim kadar hoşlanırlar mı bilemem ....

Çok güzel hissediyorum, aşktan, sevgiden değil, yaşayabilmekten dolayı, bu güzel havayı içime soluyabilmekten dolayı, bahçemdeki minik papatyalardan dolayı, yemyeşil parklardan, masmavi gökyüzünden dolayı ....Aysel'imin doğum günü ve de ...Nasıl mutlu olmayayım ki ...Nice mutlu yıllara tekrar güzellik, bugün ben sana senin kadar güzel bir hediye vermek isterim ama mümkün değil...Ancak naçizane sevgilerimi yolluyorum...İyi ki varsın

Zaten ;

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli KANIK

Photo : Müge ALEV

Aysel Git (-me) Başımdan



AYSEL GİT BAŞIMDAN

Aysel Git Başımdan
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim icin kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.

Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...

Şiir: Atilla İlhan

Aysel Git-me başımdan, başımızdan ... Nice mutlu yıllara güzellik :)

8 Şubat 2008 Cuma

Özlem ...



Klasik olarak hasta oldum yine, vurdum kafayı yatıyorum burda da ve bu sefer naz yapacak anne ve abla mevcut değiller ... Bu da iyi kapak oldu bana. Ama elim ayağım durmuyor tabi, aklımda ... Gripten, nefes alamamaktan uyuyamadığımdan, aklıma gelen gelene. Üç sene boyunca otobüsle işe gidip gelirken ve boğaz köprüsünün üzerinden geçmek durumunda kaldım. Sabahın köründe yoğun İstanbul trafiğinde ( kabus gibi) yapacak bir şeyiniz yoktur. İtinayla cam kenarına oturulur. Eğer öyle bir şansınız varsa tabi, artık yaşlı yaşlı amcalarımızın dahil kulaklarında görebileceğiniz elektronik müzik çalarımız çıkarılır. Kitabımız, kimimiz gazete, kimimiz yanında hiç bir şey taşımaz ki dikkati başkalarının üstünde olsun, en ufacık bir falsoda olay çıkarsın,(İngiltere'de herkesin elinde bir kitap ya da gazete var, sana sağ gözünün ucuyla bakmaz adam, ne yaparsan yap), ayaktaysan tutunursun bir pis boruya, yapışırsın hatta nedense bir daha hiç kopmayacakmış gibi, yol boyunca uyuklarsın ... Ben o yolculuklarımın hemen hepsinde - kesinlikle abartmıyorum- tam Boğaz Köprüsü hizasında uyanıp, o güzelliğe gözlerimi açık tutardım, her seferinde kendi kendime söylenip, sanki daha önce hiç görmeyecekmiş gibi neden bakıyorsam, diye hayıflanırdım, hatta kaçırırsam, sonunda yakalarsam, kafamı arkaya çevirip bakardım. Resmen bir takıntı gibi, eğer bakmazsam kaybolacak gibi. Ve derdim, başka hangi memleket her sabah bu kadar farklı ve güzel bir sabaha uyanabilir ve hangi millet bu güzelliği gerçekten farketmeden vurdumduymaz yaşayabilir. Hangi millet o güzelim mimarinin içine bu kadar çirkin binalar dikebilir, gökdelenleri adamın gözünün içine sokar gibi, hangi iyi bir halt yapıyormuş gibi bu kadar çarpık görünümüne karşın, mantar gibi türetebilir. Burada o kadar az çok katlı bina var ki, en ufacık bir heykelin etrafı çiçek gibi temiz, uçakta gelirken ilk başta inanamadım herhalde daha Londra'nın üzerinde değilizdir diyordum bu kadar düzenli küçük yapıların üzerinde geçerken. eminim İstanbul'un üzerinde geçerken milyonlarca ışık, Boğaz Köprüsü'nün heybetli görünümü biraz olsun, kapatıyordur çirkinlikleri - aslında umuyorum- yine de görmüyor muyuz işte, bilmiyor muyuz ya da, gelip geçen turistlere, nasıl bu şehri bu kadar korunmasız bırakmışlar bu hoyrat kullanıma karşın dedirtmiyor muyuz ?
Hoş aslında konum bu değil, konum her sabah o köprüyü görmeden içimin rahat etmemesi ve şimdi hiç görememem, özlemem ... Oruç Aruoba'nın dediği gibi -

Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin

Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen

Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin

Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen


Ben de o kadar istiyorum, bu sabah o köprünün üzerinden geçip yine kaçırdığımda kafamı arkaya döndürüp inatla her gün bakmaya doyamadığım güzelim İstanbul'a yeniden bakmayı.....

Bir de yine istiyorum photoshopla siler gibi bütün o gökdelenleri, çirkin binaları, bu çarpık kentleşmeye izin verenleri, gülümsemeyi unutmuş insanları, nezaketten haberi olmayan saygıdeğer otobüs şöförlerini, yeşil kalamayan alanları, kesiyorum yerlerinden, buluyorum 'google'dan eski bir İstanbul fotoğrafı her güzelliği olması gereken yere yerleştiriyorum itinayla, Beyoğlu'na nazik iyi giyimli fötr şapkalı amcaları, birbirine sabahları günaydın diyen mahalle insanları, elinde bakraçıyla dolaşan sütçüleri, yoğurdunu neredeyse bıçakla kesip satan omzunda iki kefeli dolaşan yoğurtçuları, parkları, bahçeleri...inadına yeniden yerleştiriyorum. Hani Abidin'e değil de bana sorsa Nazım ' mutluluğun resmini yapabiir misin?' diye ...Photoshop işi biraz ama eminim sen de benim yerimde olsan sen de mutlu olursun diyeceğim ...

Özlüyorum, gidip görmek istiyorum, gidemiyorum, göremiyorum, yine de istiyorum ....

Photo: Müge ALEV

5 Şubat 2008 Salı

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

What did we say??


We chatted about sunshine.. There isn't a lot sunshine ...But i love sunshine ... I love getting up with sunshine ... And ...Said to me :
Sunshine is you ... Was great... İ felt like a sunshine ...
I Don't know... How can i feel ...like what ??


Bildiklerin varsa, susmasın gözlerin....
30 th January 2008 Alışmaya çalışırken sensiz boşluklara

Photo: Bilge ALEV

3 Şubat 2008 Pazar

Londra yolları taşlı ...


26th November 2007


Londra’dayım..İnanılır gibi değil..Uzun bir yolculuk ve pasaport kontrol, girişte bir sürü soru.. Kendimi bir nehire bırakmış gibiyim. Gelirken bütün o evlerin görünüşleri, ne kadar düzenli, evler ne kadar az katlı ve trafik varla yok arası. Londra çok temiz bir ülke değil. Ama düzenli bir ülke…Düzenli olmaları baya bir yavas olmalrını gerektırse bıle. Miniğim havaalanında beni karşılıyor, mutluyuz aynı zamanda şokta, 8 sene sonra birlilkte yaşayacağız. Aynı zamanda çok hüzünlüyüm de. Bavullar çok ağır metroya yürüyoruz ve eve doğru yola çıkıyoruz sanırım bu yol 2 saat kadar sürdü underground ile. Fakat bavulları merdivenlerden yukarı çıkarmak için bir kolaylık yok. O küçük yokuşlardan. 3 kere 23 kg’luk bavulumu çıkarmak zorunda kalıyorum. Pınar da el bagajımı taşıyor sanırım o da 8 kg kadar. Cidden zorlanıyoruz. Özürlüler için otobüsler varmış, o yüzden underground’da herhangi bir kolaylık yok ancak bir yerde yaşlı bir hanım genç bir çocuğa bana bavulum için yardım etmesini söylüyor ve çocuk bana teklif ediyor ben de "no thanks" diyorum çocuk ısrarla yardım etmek istiyor kız arkadaşını gösteriyor, kız "don’t worry" diyor, tamam endişelenmeyeceğim ama çocuk sakat kalacak az sonra ve ingilizce nasıl bunu anlatıcam hiç bir fikrim yok. Çocuk merdivenleri bitirip bavulumu yukarı çıkardığında kıpkırmızı kesiliyor, diyorum şimdi bana ve yaşlı kadına bir küfür sallayacak. Ama öyle değil tabi, ben çok çok teşekkür ediyorum. Bir şey değil diyor nazik bir şekilde – Ne kadar da Türk Erkekler’ine benziyor (!!!!???). Bavullara eve getirmek epey zaman alıyor ve çok yorucu . Evin yoluna giriyoruz. Muhteşem bir bir yol sonbahar kendini belli etmiş Allah’tan yağmur yok.. Üzerimizi değiştirip Pınar’ın arkadaşlarının olduğu yere gidiyoruz. Herhalde havaalanında doğru Club’a giden ve bunu ilk yurt dışı seyahtinde yapan kız benimdir. Myriam ablası Nawal erkek arkadaşı Luci başka arkadaşlar bir İtalyan ve Bir Fas’lı daha. Burada her milletten insan var gerçekten. Picadilliy’ye gidiyoruz. Kızlar burada çıplak dolaşıyor undegroundda , ancak bir partide giyilebilecek kıyafet giymiş kızlar görüyoruz. Ya hayır o değil kışın ortasında tube’un ıcınde ya da sokakta açık gece aykkabası giymiş kızlar….Wowww donmuyorlar mı yahu…Hadi onu bırak o topukların üzerinde elimden küçük mini eteğinle nasıl rahat ediyorsunnnn güzel kardeşim…. Taksiler çok şirin tabi ama çok da pahalı. Her şey pahalı su 1 pound. Ama musluktan su içiliyor her yerde…☺ Belli ki parayı çok idareli kullanmak lazım. Sorun değil öğreneceğim.(Alışveriş yapmamayı, gidip lüks bir yemek yememeyi, pahalı bir aykakkabı almamayı, her cuma cumartesi, pazar, Nevizade’ye, Asmalımescit’e gitmemeyi, arkadaşlarımsız, ablamsız, annemsiz yaşamayı (annemsiz !!!??? ütü-çamaşır-yemek- ahhhhhh sanırım çok büyük bir hata yapıyorum ) !!?? ) i hope so …. Okulum, çok şirin bir okul, okul ve ev arası yolu öğreniyorum. Her sokak benim için şuan birbirine çok benzediği için dükkanlar vs. bakarak isimleri aklımda tutmaya çalışyıroum. Eve geliyoruz. Gelirken markete uğruyoruz. Alışveriş yapıyoruz tabi onu bunu almak yok öyle. İstediğin gibi alışveriş yapamazsın. 1 adet patlıcan 1 pound. 1 kilo değil yalnızca bir adet. Salatalıklar kolum uzun ve kilo ile değil yine tek tek. Ekmek fena değil yine de 40 pence falan. Her çeşidi var ve burada abur cubur cidden çok fazla. Umarım yoldan çıkmam ama minikçim yanımda iken ne mümkün. Sabah kahvaltısında bana bir parça ekmeği çok görmüş hatun. Bir espresso, greyfurt suyu yağda yumurta bir iki parça küp peynir. That’s all. :S Sonraki günler daha da beter oluyor bu kahvaltılar sadece yoğurt mesela …

Her neyse marketteki adam bana bir sorun var diyor ben anlamıyorum tabi Pınar’da diyorki yüzün öyle asık ki adam ne olduğunu soruyor halbuki beni yüzüm sürekli böyle adamlar o kadar alışmış ki gelen müşterilere gülümsemeye ve onların kendilerine gülümsemesine, bana bozuluyor ben de özür diliyorum. Pınar henüz geldiğimi anlatıyor yurt dışından, gülümsüyor falan ama benim moralim çok bozuluyor. Wowww diyorum adam bana gülümsemediğim için bozuldu. Aynı olayı bir kerede caddede yürüken yaşıyorum yaşlı bir adam smile baby smile diye bağırıyor yanımdan geçerken…
Demek kin e yapacagız her koşulda, her şartta, her yerde gülümseyeceğiz… Ortam sana ayak uyduramıyorsa sen ortama ayak uydur misali…
Eve geliyoruz akşam olmuş sabah kahvaltısı etmişiz sadece ve geçen akşam uçakta yediğim yemek hepsi bu. Uçakta bir de nefis bir Fransız şarabı içiyorum. Gerçekten cook güzeldi. Pınar yemek pişirmek için hazırlıklara başlıyor. Ve ne bulduysa doğrayıp biraz da su koyup kapağı kapatıyor işte sana yemek he bir de pilav tabi tam bir lapa ben yapayım yemekleri diyorum :) Allahtan binbir çeşit Türk yemeği ile miniği besliyorum gün bea gün ben geldiğimden beri hatun kilo aldı ben verdim ☺


07 th December 2007

Nerden başlayayım… Yavaş yavaş housewife olmaya başladığımdan mı, yarım saat undeground’da tek başına mahsur kaldığımdan mı, sokaktan evime, sandalye yürüttüğümden mi, çingene gibi torbalarla taşındığımızdan mı, 2. El aldığımız yer yatağından, kırık dökük wardroplarımızdan mı ? Geldiğimin 2. Haftası hastanelere düştüğümden mi ? Orada bir doktorun gelmesi için 4 saat beklediğimden mi ? Gece üşüyerek uyuyup kalktığında her tarafın gerçek buz oluşuyla karşılaşmaktan mı? Sefil hayatı yaşıyorum sefil :) Zannediyorsunuz ki Londra’dayım ve ohhh ne mutlu ne ala yaşıyorum. Vallahi zormuş tek başına yaşamak. Minik her gün işe gidiyor, bendeniz yemek pişiriyor, ders çalışıyor, günlük temizlik yapıyor, üstüne okula gidiyorum, eve gelip yemek yiyip, bulaşık, yorgunlukla konuşmaya çalışmak, derken hooooppp akşam olmuş. Burada zamanı tabir – i caizse atlı kovalıyor. Aman yarabbi, İstanbul’da geçmek bilmeyen zaman burada öyle hızlı ilerliyor ki şaşırıp kalıyorum. Hiç bir şeye yetişmek mümkün değil. Tek güzel ve görmekten mutlu olduğum şey şuanda burada sonbaharın muhteşem olması. Öyle güzel ki kelimelerle anlatmak mümkün değil bir kolaj yapıp koyacağım resimleri. Yapraklar gerçekten her renk, herkes joking yapıyor. Havayı Billie Holiday şarkılarıyla renklendirip daha da muhteşem haline getiriyorum. Mutfağımın penceresinden tipik bir Londra evi ve yemyeşil bahçesi sonbahar renklerini taşıyan bir ağaç görünüyor. Mutfağa lap top u taşıyıp Billie Holiday, Nat King Cole, Frank Sinatra şarkılarıyla burası şahane. "Everybody loves London" oluyor.
Çok özlüyorum ben her şeyi günden güne sanırım. Çok da bayılmadım buralara.. Ama düşündüğüm şeyi yaptım geldiğimin beşinci günü tek başıma Tower Bridge’e gittim ve o güzel manzarayı seyrettim. Her şeyi tek başıma keşfediyorum. Otobüsleri, marketleri, yolları, onca evin hemen hemen birbirinin kopyası olmasına rağmen, yolları nasıl bu kadar iyi ayırt edebiliyor insanlar hiç bir fikrim yok. Londra trafiği, İstanbul ile mukayese bile kabul etmez. Arabalar, sürücüler yani saygılı onu geçtim, biskiletliler ve yayalar da o kadar saygılı ve herkes kurallara uyuyor. Kesinlikle insanlar stressiz yaşıyor. Bir gece bir anda boğazım ağrıyor çok hastalanıyorum ve ertesi gün hastanedeyim. Doktorun gelmesi acil serviste 4 saati buluyor. Önce gidip kendini kaydettiriyorsun, Kaydeden kişi sanırım pratisyen hekim, tansiyonuna, gözlerine bakıyor, baktı ki ölemyeceksin tamam bekleyebilirsin, seni kategorilere ayırıyorlar. Bir saat sonra bir çok hastanın olduğu servise alıp bir kez de orda kaydediyorlar. Seni bir göz bir yere alıp, soyup ameliyatlık hasta haline getirip o soğukta bir güzel kıçını donduruyolar, meğer benım atesimi dusereceklermıs ama oyle usuyorum kı kufurun bını bir para ….Her şey bu kadar zor olmak zorunda mı? Anneeeee !!!!!