3 Şubat 2008 Pazar

Londra yolları taşlı ...


26th November 2007


Londra’dayım..İnanılır gibi değil..Uzun bir yolculuk ve pasaport kontrol, girişte bir sürü soru.. Kendimi bir nehire bırakmış gibiyim. Gelirken bütün o evlerin görünüşleri, ne kadar düzenli, evler ne kadar az katlı ve trafik varla yok arası. Londra çok temiz bir ülke değil. Ama düzenli bir ülke…Düzenli olmaları baya bir yavas olmalrını gerektırse bıle. Miniğim havaalanında beni karşılıyor, mutluyuz aynı zamanda şokta, 8 sene sonra birlilkte yaşayacağız. Aynı zamanda çok hüzünlüyüm de. Bavullar çok ağır metroya yürüyoruz ve eve doğru yola çıkıyoruz sanırım bu yol 2 saat kadar sürdü underground ile. Fakat bavulları merdivenlerden yukarı çıkarmak için bir kolaylık yok. O küçük yokuşlardan. 3 kere 23 kg’luk bavulumu çıkarmak zorunda kalıyorum. Pınar da el bagajımı taşıyor sanırım o da 8 kg kadar. Cidden zorlanıyoruz. Özürlüler için otobüsler varmış, o yüzden underground’da herhangi bir kolaylık yok ancak bir yerde yaşlı bir hanım genç bir çocuğa bana bavulum için yardım etmesini söylüyor ve çocuk bana teklif ediyor ben de "no thanks" diyorum çocuk ısrarla yardım etmek istiyor kız arkadaşını gösteriyor, kız "don’t worry" diyor, tamam endişelenmeyeceğim ama çocuk sakat kalacak az sonra ve ingilizce nasıl bunu anlatıcam hiç bir fikrim yok. Çocuk merdivenleri bitirip bavulumu yukarı çıkardığında kıpkırmızı kesiliyor, diyorum şimdi bana ve yaşlı kadına bir küfür sallayacak. Ama öyle değil tabi, ben çok çok teşekkür ediyorum. Bir şey değil diyor nazik bir şekilde – Ne kadar da Türk Erkekler’ine benziyor (!!!!???). Bavullara eve getirmek epey zaman alıyor ve çok yorucu . Evin yoluna giriyoruz. Muhteşem bir bir yol sonbahar kendini belli etmiş Allah’tan yağmur yok.. Üzerimizi değiştirip Pınar’ın arkadaşlarının olduğu yere gidiyoruz. Herhalde havaalanında doğru Club’a giden ve bunu ilk yurt dışı seyahtinde yapan kız benimdir. Myriam ablası Nawal erkek arkadaşı Luci başka arkadaşlar bir İtalyan ve Bir Fas’lı daha. Burada her milletten insan var gerçekten. Picadilliy’ye gidiyoruz. Kızlar burada çıplak dolaşıyor undegroundda , ancak bir partide giyilebilecek kıyafet giymiş kızlar görüyoruz. Ya hayır o değil kışın ortasında tube’un ıcınde ya da sokakta açık gece aykkabası giymiş kızlar….Wowww donmuyorlar mı yahu…Hadi onu bırak o topukların üzerinde elimden küçük mini eteğinle nasıl rahat ediyorsunnnn güzel kardeşim…. Taksiler çok şirin tabi ama çok da pahalı. Her şey pahalı su 1 pound. Ama musluktan su içiliyor her yerde…☺ Belli ki parayı çok idareli kullanmak lazım. Sorun değil öğreneceğim.(Alışveriş yapmamayı, gidip lüks bir yemek yememeyi, pahalı bir aykakkabı almamayı, her cuma cumartesi, pazar, Nevizade’ye, Asmalımescit’e gitmemeyi, arkadaşlarımsız, ablamsız, annemsiz yaşamayı (annemsiz !!!??? ütü-çamaşır-yemek- ahhhhhh sanırım çok büyük bir hata yapıyorum ) !!?? ) i hope so …. Okulum, çok şirin bir okul, okul ve ev arası yolu öğreniyorum. Her sokak benim için şuan birbirine çok benzediği için dükkanlar vs. bakarak isimleri aklımda tutmaya çalışyıroum. Eve geliyoruz. Gelirken markete uğruyoruz. Alışveriş yapıyoruz tabi onu bunu almak yok öyle. İstediğin gibi alışveriş yapamazsın. 1 adet patlıcan 1 pound. 1 kilo değil yalnızca bir adet. Salatalıklar kolum uzun ve kilo ile değil yine tek tek. Ekmek fena değil yine de 40 pence falan. Her çeşidi var ve burada abur cubur cidden çok fazla. Umarım yoldan çıkmam ama minikçim yanımda iken ne mümkün. Sabah kahvaltısında bana bir parça ekmeği çok görmüş hatun. Bir espresso, greyfurt suyu yağda yumurta bir iki parça küp peynir. That’s all. :S Sonraki günler daha da beter oluyor bu kahvaltılar sadece yoğurt mesela …

Her neyse marketteki adam bana bir sorun var diyor ben anlamıyorum tabi Pınar’da diyorki yüzün öyle asık ki adam ne olduğunu soruyor halbuki beni yüzüm sürekli böyle adamlar o kadar alışmış ki gelen müşterilere gülümsemeye ve onların kendilerine gülümsemesine, bana bozuluyor ben de özür diliyorum. Pınar henüz geldiğimi anlatıyor yurt dışından, gülümsüyor falan ama benim moralim çok bozuluyor. Wowww diyorum adam bana gülümsemediğim için bozuldu. Aynı olayı bir kerede caddede yürüken yaşıyorum yaşlı bir adam smile baby smile diye bağırıyor yanımdan geçerken…
Demek kin e yapacagız her koşulda, her şartta, her yerde gülümseyeceğiz… Ortam sana ayak uyduramıyorsa sen ortama ayak uydur misali…
Eve geliyoruz akşam olmuş sabah kahvaltısı etmişiz sadece ve geçen akşam uçakta yediğim yemek hepsi bu. Uçakta bir de nefis bir Fransız şarabı içiyorum. Gerçekten cook güzeldi. Pınar yemek pişirmek için hazırlıklara başlıyor. Ve ne bulduysa doğrayıp biraz da su koyup kapağı kapatıyor işte sana yemek he bir de pilav tabi tam bir lapa ben yapayım yemekleri diyorum :) Allahtan binbir çeşit Türk yemeği ile miniği besliyorum gün bea gün ben geldiğimden beri hatun kilo aldı ben verdim ☺


07 th December 2007

Nerden başlayayım… Yavaş yavaş housewife olmaya başladığımdan mı, yarım saat undeground’da tek başına mahsur kaldığımdan mı, sokaktan evime, sandalye yürüttüğümden mi, çingene gibi torbalarla taşındığımızdan mı, 2. El aldığımız yer yatağından, kırık dökük wardroplarımızdan mı ? Geldiğimin 2. Haftası hastanelere düştüğümden mi ? Orada bir doktorun gelmesi için 4 saat beklediğimden mi ? Gece üşüyerek uyuyup kalktığında her tarafın gerçek buz oluşuyla karşılaşmaktan mı? Sefil hayatı yaşıyorum sefil :) Zannediyorsunuz ki Londra’dayım ve ohhh ne mutlu ne ala yaşıyorum. Vallahi zormuş tek başına yaşamak. Minik her gün işe gidiyor, bendeniz yemek pişiriyor, ders çalışıyor, günlük temizlik yapıyor, üstüne okula gidiyorum, eve gelip yemek yiyip, bulaşık, yorgunlukla konuşmaya çalışmak, derken hooooppp akşam olmuş. Burada zamanı tabir – i caizse atlı kovalıyor. Aman yarabbi, İstanbul’da geçmek bilmeyen zaman burada öyle hızlı ilerliyor ki şaşırıp kalıyorum. Hiç bir şeye yetişmek mümkün değil. Tek güzel ve görmekten mutlu olduğum şey şuanda burada sonbaharın muhteşem olması. Öyle güzel ki kelimelerle anlatmak mümkün değil bir kolaj yapıp koyacağım resimleri. Yapraklar gerçekten her renk, herkes joking yapıyor. Havayı Billie Holiday şarkılarıyla renklendirip daha da muhteşem haline getiriyorum. Mutfağımın penceresinden tipik bir Londra evi ve yemyeşil bahçesi sonbahar renklerini taşıyan bir ağaç görünüyor. Mutfağa lap top u taşıyıp Billie Holiday, Nat King Cole, Frank Sinatra şarkılarıyla burası şahane. "Everybody loves London" oluyor.
Çok özlüyorum ben her şeyi günden güne sanırım. Çok da bayılmadım buralara.. Ama düşündüğüm şeyi yaptım geldiğimin beşinci günü tek başıma Tower Bridge’e gittim ve o güzel manzarayı seyrettim. Her şeyi tek başıma keşfediyorum. Otobüsleri, marketleri, yolları, onca evin hemen hemen birbirinin kopyası olmasına rağmen, yolları nasıl bu kadar iyi ayırt edebiliyor insanlar hiç bir fikrim yok. Londra trafiği, İstanbul ile mukayese bile kabul etmez. Arabalar, sürücüler yani saygılı onu geçtim, biskiletliler ve yayalar da o kadar saygılı ve herkes kurallara uyuyor. Kesinlikle insanlar stressiz yaşıyor. Bir gece bir anda boğazım ağrıyor çok hastalanıyorum ve ertesi gün hastanedeyim. Doktorun gelmesi acil serviste 4 saati buluyor. Önce gidip kendini kaydettiriyorsun, Kaydeden kişi sanırım pratisyen hekim, tansiyonuna, gözlerine bakıyor, baktı ki ölemyeceksin tamam bekleyebilirsin, seni kategorilere ayırıyorlar. Bir saat sonra bir çok hastanın olduğu servise alıp bir kez de orda kaydediyorlar. Seni bir göz bir yere alıp, soyup ameliyatlık hasta haline getirip o soğukta bir güzel kıçını donduruyolar, meğer benım atesimi dusereceklermıs ama oyle usuyorum kı kufurun bını bir para ….Her şey bu kadar zor olmak zorunda mı? Anneeeee !!!!!

Hiç yorum yok: