31 Temmuz 2009 Cuma

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.

Ümit Yaşar Oğuzcan / Timur Şelcuk'un yorumu ile dinlenilmesi tavsiye edilir.

Hani…

Bir tedirginlik, huzursuzluk doğacak içinde, onun ile yanyana, yüzyüze olunca— o denli yabancı düşmüş olacaksın ki yaşamının kendi, sahici anlamına, aykırılık duyacaksın ondan— ancak o zaman anlayacaksın, nasıl tam da senin kendi anlamın –ta kendin- olduğunu onun: o yıllar boyunca kendine ne denli aykırılaştığını— ama o da hemen duyacak, duyumsayacak senin duyduğunu: suskunlaşacak, kapanacak, uzaklaşacak…

Anlamayacaksın—

Çünkü, işte, temiz değilsin ki…

Ne çok yalan barınıyor oranda-buranda— ne çok sahtelik…

Ne çok sensizlik— sende…

Ne çok sensizsin sen—

ne çok sensiz sen…

Şimdi işte— olanak: sen ol sen.





Duyduğun garip tedirginliği, huzursuzluğu da çözümlemelisin: O senin en önemli şeyin (Herşeyin)— işte: yaşamının anlamı olduğu halde (olduğunu en içinde duymana, bilmene, yaşamana rağmen), rahatsız, sanki iğne üstünde hissedeceksin kendini— o da hemen hissedecek bunu, tabii ki: suskunlaşacak, hırçınlaşacak…





Buğu, aslında, heryerdedir—

—göremeyen, sensindir…

silemeyen sensindir—


Oruç Aruoba
ONARIM



Bana getirilmişti.

Kırdım.—

Nasıl oldu bilmiyorum : galiba sallantılı, dengesiz bir yere koymuşum, yeterince dikkat etmeden; sonra, ters bir hareket etmişim— düştü, kırıldı…

Yeterince düşünmemiştim üzerinde, demek.

Elimdeki, artık, birkaç iri parça ile birsürü ufacığıydı; bazısı, neredeyse, kırıntı, kıymık— öyle, dağılmış duruyordu…

Tek tek bir yere topladım hepsini: Yokolmamalıydı.

Gittim, uygun bir zamk aldım.

Geldim, hepsini bir kağıt üzerinde düzenleyerek, biraraya getirmeğe başladım: şu parça, buna uyuyor— mu; ya, bu, şuna…

Zamanla, parçaların kopma noktalarındaki dokularının; ve zamkın, tutma ve yapıştırma niteliklerini, öğrendim. Bazı parçalarsa yapıştıralamayacak kadar ufaktı; onların bulunmaları gereken yerlerde boşluklar oluştu.

Tek tek yapıştırdım, yapıştırabildiklerimi. Çok uğraştım. Sonunda ortaya aslının eğri-büğrü bir simgesi gibi birşey çıktı— ve, şu tümce:-

’Dikkatsizlik ederek düşürüp kırdığın —sevdiğin kişinin izlerini taşıyan; senin için değerli—

bir nesneyi, parçalarını tek tek toplayıp, dikkatle— saatlerce uğraşarak— özel olarak

aldığın bir zamkla yapıştırıp onardığında, ortaya, orası burası eksik-gedik, yamru-yumru

bir şey çıkar— ama eskisinden de daha değerlidir artık; çünkü, şimdi, senin izlerini de

taşıyordur.’

Başka birşey yapamazdım.



Oruç Aruoba – Yakın

30 Temmuz 2009 Perşembe

Her şeyi kolayca unutabilirmiş insan, bugün bunu başarıyorum. Geride yaşadıklarımı tekrar tekrar deşip, kendimi kanıtlama çabaları yerine (niye ihtiyaç duyuyorsam..!!??)

Yoluma başım dik devam ediyorum. Hala, herkese, her şeye inat gülümsyorum hayata. Kendimi buluyorum deli gibi okuduğum kitaplarda, yeni dostluklarda. Unutuyorum, bir set çekiyorum ve yeni geleni, gözyaşımla değil, acımla ya da matemimle değil, sıcak olmasına çalıştığım bir gülümseme ile karşılıyorum. "Derin" diye fısıldıyorum, söz veriyorum, içimden çıkaracağım seni...

Sonra kendi kendime, kendimle bir şarkı tutturuyorum...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Gitmek

İşte size sihirli bir sözcük; gitmek, ister uzatın,
ister kısaltın. Nereye çekerseniz oraya gidebilir.
Bir köpek kadar sadık, bir akrep kadar kalleş
olabilir. Gurbetten gitmek, yurda dönmekmiş;
varmak için gitmek gerekliymiş ve her gün
yatağımızdan kalkıp kapıyı açınca bir yerlere
gidermişiz. Öyle söylerler. Söylenenler doğru
mudur?
Eğer yaşamın kilidiyse hareket, o kilidin
anahtarı da gitmek olsa gerek. Bir kenti
terketmenin hüznünü anlatan Behramoğlu, yeni
bir şehre gittiğinin farkındadır ve başka bir
hüznü yanında getirir. İkisinin arasındaki fark
belki çok ince belki de sadece muhtevada
saklıdır. Gitmek ve terketmek iki zıt uç mu
yoksa aynada birbirlerini çoğaltan görüntüler
midir? Sanırım bu, yaşadıkça anlaşılacak bir sır.
Her gün çıktığınız evden son çıkışınız olursa ya
da her gün gittiğiniz yerden farklı bir yere
gidiyorsanız, bu gidiş ve terkediş diğerlerinden
ayrıcalıklıdır… diyebilir miyiz?
İşte size sihirli bir sözcük ve bir sürü soru.
Kelimenin sırrına vâkıf olduk mu iş bitecek.
Ama sorun bu noktada başlıyor kimi zaman.
Kelimede kaybolmak da mümkün, kelime bizi
ezebilir, eritebilir. Onda yeni anlamlar bulurum
umuduyla girdiğimiz her sorumluluk
ayağımızda bağ olabilir.
Söz gelimi ben sürgün hayaliyle süslediğim bir
yolculuğun gitmek mi, terketmek mi, sevmek
mi, kaçmak mı olduğunu nasıl çözerim. Olsa
olsa onu bir hayal değil de gerçeğin ta kendisi
saymakla çözülebilir bu düğüm.
Evet sürgünü yaşıyormuş gibi yaşamayıp;
yüreğinde hissettim mi iş biter. Daha doğrusu
“Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim”.
Gitmenin ne demek olduğunu işte o zaman
çözerim. Düşünün, bir düşünün, hepimizin
içinde kangren olmuş bir sürgün var ve onun
hediye ettiği gurbetlerle çoğaldığımızı düşünün.
Akşam eve geldiniz , oturmuş t v
seyrediyorsunuz; ya da bir yerden bir yere
gidiyorsunuz ve tabii ki yalnızsınız (ki
yolculuklarda insan hep yalnızdır). Onu
hissettiniz mi? Garip bir burukluk… içinizdeki
yarım kalmış çığlığı işitebiliyor musunuz? İşte o
nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın ve
nerede kalırsanız kalın , yanınızdan
ayıramadığınız sürgünlüğünüzdür. Lütfen, bir
an gurbeti yaşar ve evinizde sıla özlemi
çekerseniz, sözlerimi hatırlayın.
Kimi sözcükler büyüsü kendinden menkul bir
hüzünle birlikte yürürler.


FERHAT AKTAN


**Alıntıdır.

Amin Maalouf / Doğunun Limanları

Hayattan bıkan, eşine ve kızına kavuşamayan ve deli diye nitelendirilen İsyan, intihar etmek ister fakat arkadaşı Labo buna engel olur. Labo, şu sözleriyle İsyan’ı hayata bağlar:

“Ölüme son çare olarak bakmalısın. Hiç kimsenin seni alıkoyamayacağını bil. Ama ölüme gidebileceğin için onu yedekte tut; sonuna kadar.

Diyelim ki gece bir kâbus gördün. Bunun bir kâbus olduğunu bilirsin ve kurtulmak için başını biraz oynatman yeter. Her şey daha basit, daha dayanılır hâle gelir ve bir bakarsın en korktuğun şeyden zevk alır olmuşsun. Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa, en yakınların çirkin maskeler takmışsa…

Hayat budur de, ikinci kez çağrılacağın bir oyun olduğunu söyle. Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatmaca oyunu, maskeler oyunu. Onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak, ister izleyici olarak. İzleyici olman daha iyi, içinden kolay çıkarsın. “Son Kurtuluş Çaresi” yaşamama hep yardımcı olmuştur. Elimin altında olduğu için, bu çareye hiç başvurmadım.

Ama ahretin direksiyonu elimin altında olmasaydı, kendimi tuzağa düşmüş hisseder ve bir an önce kaçmaya bakardım.”

Erich Fromm / Özgürlükten Kaçış

“Kısaca özetlemek gerekirse, birey, kendi olmaktan çıkar; kültürel kalıpların kendisine sunduğu kişiliği tümüyle benimser; böylece tıpkı diğerleri gibi ve onların kendisinden beklediği gibi olur. “ben” ile dünya arasındaki tutarsızlık ve onunla birlikte de, bilinçli yalnızlık ve güçsüzlük duygusu ortadan kalkar. Bu mekânizma, bazı hayvanların kendilerini korumak üzere renk değiştirmesiyle kıyaslanabilir. Onlar da kendi çevrelerine o kadar benzerler ki, çevrelerinden neredeyse ayırt edilemezler. Kendi bireysel benliğinden vazgeçen ve neredeyse bir robot haline gelen kişi, çevresindeki milyonlarca diğer robotla aynı olur, ve artık kendini yalnız hissetmez, kaygı duymaz. Ama ödediği bedel yüksektir; kendi benliğini yitirmiştir. “

(Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış, sayfa 152)
seni tanıdığımı sanırdım aslında hiç tanımamamışım
ama tanıştık biz seninle
ama tanışmanın neresinde kaldığımızı yada neresinde sonlandırdığımızı bilemiyorum..
ama bildiğim bi şey var ,,

Önce sıfatlar tanışır

Sonra Şahsiyetler

Sonra Nefsler

Sonra Yürekler

Ve sonra RUH lar, ve diğer tüm tanışmaların amacı Ruhların tanışmasına zemin hazırlamak içindir.
,,,

Bana yönLendiriLmiş bir soru vardı_ Ne düşünüyorsun (?)

bana doğrulttuğun namLuyu suratına yöneltmeme izin verir misn ?
_ve acaba sen;
yüzün caddeye bakan pencerenin camına yaslıyken ,
Sen, bir sabah küçük evinin camından sokaklara düşen yağmura bakarken,

çok… çok merak ediyorum…

… “Ne düşünüyorsun?”

ben mi ?
ah ben..
Ben uzun zamandır düşündüm gaLiba .

yanıt mı ?

Yalnızlık: Maddenin -kişinin- en yalın hali, en güzeli.
Eş: aynı olan, aynısından yaratılan.
“Düzeltmek için çok geç” dedi Kırmızı Kraliçe:”birşeyi bir kez söyledin mi; bu onu kalıcı hale getirir; artık, sen de onun sonuçlarına katlanmak zorundasındır”
lewis carrol/ile140 (O.A)

21 Temmuz 2009 Salı

Tam Ortasındayım ...MFÖ

"Nasılda mecburmuşuz sabretmeye sevmeye öğrenmeye" ne kadar da doğrudur bu söz ... Bu şarkıyı ne zaman dinlesem gözlerim doluyor ...O anda oluyorum bir an, hıçkırarak bağırarak ağlamaya başlıyorum, arkasını dönüp bana kafasını duvara vuruyor...Sanki bir hata yapmışız gibi, sanki bir suç işlemişiz, o ya da ben ...Oysa ayrılıktan, hasretten, bir arada olmanın şimdi ve bir kaç gün sonra bir arada olunamacağı bilindiğinden atılmış sesli çığlıklardır onlar...Dinle tekrar bu şarkıyı diyorum..Gözlerimiz doluyor ..O gelmiş, ben gitmişim ...Ben onu nasıl beklemişim bir yolun dönüşünden o beni nasıl ...."Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır" ...Ve yine başka bir şairin dediği gibi " Sevgileri yarınlara bıraktık çekingen, saygılı, tutuk"



Tam ortasındayım yağmurun karın soğuğun ortasındayım
Nasılda paylaşıyor insan isterse
Nasılda birmiş meğer hasretler
Nasılda mecburmuşuz sabretmeye sevmeye öğrenmeye

Tam ortasındayım yolun koşunun ortasındayım

Tam varıyorum ki hedefe bir yenisi başlıyor
Bu oyun hep aynı değişmiyor
Hala devam hala figan
Hemde bile bile

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Beni öldürmeyen şey güçlendirir.

That which doesn't kill us makes us stronger
Was mich nicht umbringt macht mich stärker


Nietzsche

9 Temmuz 2009 Perşembe

Volkan Konak'tan - Hoşgeldin Kadınım ...

** Çok çok hoş olmuş bu yorum, bir erkeğin ağzından böyle şeyler duyabilmek çok güzel. Bu kadar naif, bu kadar içten, bu kadar yürekten ...


Sevgilim
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Bütün iş bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani yürekte, yürekte

Mesela bir barikatta dövüşerek
Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu
Ölmek ayıp olur mu
Olmaz

Sevgilim
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Bütün iş bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani yürekte, yürekte

Seversin dünyayı doludizgin
Ama o bunun farkında değildir
Ayrılmak istemezsin ondan
Ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın seni sevmesi şart mı,
Değil...

Tahir i Zühre sevmeseydi artık
Yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Bütün iş bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani yürekte, yürekte gülüm yürekte

Hoşgeldin kadınım
Yorulmuşsun
Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
Ne gül suyu ne gümüş leğenim var

Susamışsındır sevgilim
Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
Acıkmışsındır
Sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
Memleket gibi esir ve yoksuldur odam

Hoşgeldin kadınım, kadınım hoşgeldin
Hoşgeldin gülüm
Ayağını bastın odama
Kırk yıllık beton çayır çimen şimdi...
Kurban olduğum güldün
Güldün
Güller açıldı penceremin demirlerinde
Ağladın
Avuçlarıma döküldü inciler
Gönlüm gibi zengin
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam
Hoşgeldin kadınım
Hoşgeldin kadınım
Hoşgeldin sevgilim
Hoşgeldin...

7 Temmuz 2009 Salı

Yeni yaşım, gözyaşım ...

Geçirdiğim en hüzünlü doğum gününde sabah aklıma gelen ilk cümle bunca sevgiyi içime bahşettiğin için teşekkürler Tanrı'm... Hala sevebildiğim ve hala güzel uyanabildiğim ve hala içimi çektiğim derince nefes alıp içimi rahat koyabildiğin için şükürler olsun sana...

Doğum günü dileğim : Yine sevmek, her şeye rağmen yine, yeniden gözlerimin içine gülerek bakan gözler, ve seneler önceki o sevinç " Tocaaaa bana Dudu aldııı..." tekrar öyle bir şey yaşamak ...Bu sefer doğru kişi ile ...

Ve kendime hediyem bu şiir..


Münevver'in Doğum Günü

Yapraklara dallara, yeşillere, allara,
nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara.
Yaprak dala, al yeşile yaraşır,
gayrı bundan böyle vermem seni ellere...

Nazım Hikmet Ran